24 Temmuz 2009 Cuma

Özgür Başkaya* ile Sanat ve Sanatçı Üzerine Söyleşi...



SÖYLESI Fikret BASKAYA... Özgür Başkaya* ile Sanat ve Sanatçı Üzerine Söyleşi... FİKRET BAŞKAYA- Giderek sanatsal-estetik etkinliklere medya pek yer vermiyor. Mesela televizyonlar, gazeteler, radyolarda sanat etkinlikleri sanki yok sayılıyor gibi. İşte bir “ünlü” sanatçının ölümü dolayısıyla haberler çıkıyor ama bunların pek bir kıymet-i harbiyesi yok. Bu duruma bakarak, toplum bu işten istifa etmiş sonucu herhalde çıkarılamaz. Ama, böyle bir durumu da tespit etmek gerekiyor. Başka türlü söylersek, şu neoliberal küreselleşme çağında sanat ve bir bütün olarak estetik faaliyet ve yaratıcılık önemini yitiriyor mu? Sanat ölüyor mu? ÖZGÜR BAŞKAYA- Elbette kafalarda bu tür soruların oluşmasına “uygun” bir görüntü var maalesef. Nitekim ilk sorunun bununla başlaması da öyle olduğunu gösteriyor. Fakat bu tür izlenimler biraz da estetik faaliyetin ne olduğuyla ilgili sorusunu da angaje eden bir şey. Bence estetik faaliyet, öyle dışarıdan tanımlandığı gibi bir şey değil. Estetik faaliyet mesela, köylerde yapılan ölüp- dirilme törenlerinde, düğünlerde oynanan oyunlarda, hayatın her alanında ve her anında tezahür edebilen bir şey olarak anlaşıldığında bu tür izlenimler zail olur... Yani aslında öyle bize dayatılan ve açık bir şekilde zorlanan tavrıyla estetik faaliyet düşüncesi doğru bir düşünce değil. Fakat söylediğiniz şeyin tarafından bakalım. Gerçek sanat ve sanat etkinliklerinin reytingi yok. Hakikaten yok. Düşünsenize, siz gerçekten burada bir oyun yapıyorsunuz, ne bileyim, müzik dinletisi yapıyorsunuz; yani o kadar korkunç bir durum ki, bu sene 2006 yılında, 2 Temmuz etkinlikleri başlangıcını Özgür Tiyatro yaptı. Bir Bedrettin dinletisi, üstüne Zerrin TAŞPINAR'la beraber şiirler, müzik, çok hoştu. İşte orada, yakılan ve orada bu olayları bizzat yaşayan şairlerin şiirleri okundu. Tek bir gazetede haberi var mıydı? Yoktu... Hiçbirinde yok. Ne duyurusu var, ne ertesi gün, yapıldığına dair bir haber var. Bence bu soruya şöyle kaba bir yanıt vermek mümkün; bu kahrolası medya, net bir şekilde, sizi yok sayıyor. Sadece istediklerini, sistemin istediklerini, var sayıyor. Siz, onun dışında bir iş yapıyorsanız, o zaman siz de yoksunuz. Buradan bu sonuç çıkar. Ama aslında biz varız. Onlar duyurmazsa da duyurmasın, ben bizim asıl sorunumuzun yeni, alternatif iletişim olanakları yaratmak olduğuna inanıyorum. FİKRET BAŞKAYA- Yoksulların medyasını oluşturmak şeklinde mi ifade etmek istiyorsun? ÖZGÜR BAŞKAYA- Kesinlikle yapılması gereken şey bu. Ve çok güzel tabir ettiğinizi düşünüyorum ben, kesinlikle yapılması gereken odur.. İkincisi, bir şey söylemiştiniz ben unutmam onu, üçüncü dünya için söylenen... Lânetliler gibi birşeydi... FİKRET BAŞKAYA- Fnanz Fanon'un Yeryüzünün Lânetlileri dedikleri... ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet, Yeryüzünün Lânetlileri . Şimdi, yeryüzünün lânetlilerinin artık kendi ileteşim olanaklarını oluşturması gerekiyor. Kesinlikle bu acil bir ihtiyaç. Bu her şey için geçerli ama burada sanat sohbeti ettiğimiz için, özellikle sanat için de geçerli. FİKRET BAŞKAYA- Şimdi, insanlık varolalıdan beri sanat da var. İnsanın olduğu her yerde sanat etkinliği de var. Yani teorik olarak, bundan sonra da olması gerekiyor. Fakat metalaşma, paralılaşma, soysuzlaşma, yozlaşma, dolayısıyla bu neoliberal küreselleşme çağında, zaman zaman tereddüde düştüğüm oluyor. Yani tabii, ancak insanın insan olmaktan çıkması durumunda sanat ortalıktan çekilebilir ama, gene de bu metalaşma, paralılaşma, soysuzlaşma bu alanda büyük bir tahribat ortaya çıkarıyor, bunda şüphe yok. Bunun karşısında, kendilerini sanatçı olarak tanımlayan kadınların ve erkeklerin tavrı sence nasıl? Nasıl olmalı? Bugüne kadar nasıldı? Yani çünkü şöyle bir şey var, kendi etiğine sahip çıkmayan bir sanat insanı, bir kadın, bir erkek!, böyle bir şey düşünmek mümkün olmaması gerekir; mümkün de değil. Fakat, şöyle bir şey daha var, bilhassa tiyatro ve sinema oyuncularının, akıl almaz bir şekilde reklamlara çıktığını görüyoruz. ÖZGÜR BAŞKAYA- Şimdi tabii, heyecanlandım çok. Aklım fikrim bu işle uğraşmak olunca, insan böyle sorular karşısında heyecanlanıyor tabii. Şimdi, kapitalizm insanlarla oynamaya devam ediyor. Oynuyorlar; oyun oynuyorlar bizlerle. Ama asıl soru şu, neyle oynanır? Oyuncakla oynanır. Bir kere, oyuncak olmamak gerekiyor. Bunun tespitinin yapılması lazım. FİKRET BAŞKAYA- Çok önemli. ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet. Biz oyuncak değiliz. Biz insanız, bireyiz, özneyiz biz. Sanatçıların bu işte üstlendikleri misyon ise içler acısıdır gerçekten ve maalesef bu böyle. Büyük sermayenin uşaklığında, hangi tekel daha fazla kazansın da beni de görsün... İşte o, reklam, dizi, vb. buna tekâbül eder, insanlığa ve insanlığın kültürüne ihanet edilmektedir; net bir şekilde. Şimdi, her mesleğin olmazsa olmaz koşulları vardır. FİKRET BAŞKAYA- Her meslek için geçerli olan bu durum, estetik faaliyet için çok daha geçerlidir. ÖZGÜR BAŞKAYA- Tabii geçerlidir. FİKRET BAŞKAYA- Çünkü onun olmazsa olmazı bu. ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet. Deontoloji denilen de böyle bir şey işte. Doktor, işkence görmüş birine, görmemiş diyemez; dememelidir. Diyor, o ayrı. FİKRET BAŞKAYA- Umumiyetle diyorlar. ÖZGÜR BAŞKAYA- Diyor, kahrolası dünyada. Mesela gazeteci yalan haber yazmamalıdır, değil mi yani; avukat suçlu olduğunu bile bile suçluyu savunamaz falan gibi. İşte oyunculuk deontolojisinde de aslında estetik değerlerini mal satmanın aracı olarak kullanmak diye birşey yoktur. Bu da şu demektir ki, reklama çıkmayacaksın... FİKRET BAŞKAYA- Ve dizilerde oynamayacaksın... ÖZGÜR BAŞKAYA- Şimdi tabii, orada bir sorun var... FİKRET BAŞKAYA- Fakat tabii, dizilerle ilgili de, yani kategorik olarak bütün diziler değil de... Çünkü mesela bir filmi birkaç parçaya bölmek pekala mantıklı olabilir, teknik ve estetik olarak gerekli de olabilir ama, burada bizim kastettiğimiz o değil tabii. Bizim kastettiğimiz, sadece reklam almak, bunun için de insanları ekranın başına kilitlemekten başka hiçbir kaygısı olmayan televizyon dizilerinden bahsediyoruz. ÖZGÜR BAŞKAYA- Tabii. Ben de aslında dizilerden hoşlanmıyorum. Diziler deyince gördüğümüz, kahrolası, her gün, aynı amaçla oluşmuş ve toplumun geniş kesimlerini oyalayan, bütün kanallarda kırk sekiz tane olan, televizyon dizilerden bahsediyoruz. Ben de sizin gibi düşünüyorum ama, şöyle bir problem var. Dizi denilen şey aslında olumlu da kullanılabilir, iyi de olabilir yani. İyi iş yapılabilir bir diziyle. FİKRET BAŞKAYA- Haklısın, kategorik olarak karşı çıkmak doğru olmaya bilir.. ÖZGÜR BAŞKAYA- Top yekun atmak doğru değil mahiyetinde söylüyorum. Ama şu doğru, o dizi ne için çekiliyor? FİKRET BAŞKAYA- Para için. ÖZGÜR BAŞKAYA- Başka hiçbir şey için çekilmez.. FİKRET BAŞKAYA- Estetik kaygı yoksa ortada sanat diye birşey olabilr mi? ÖZGÜR BAŞKAYA- Asla yok. İnsanları ahmaklaştırmak, alıklaştırmak için... FİKRET BAŞKAYA- Bönleştirmek için yani... ÖZGÜR BAŞKAYA- Tabii. Başka işlerle uğraşmasınlar diye, oraya hapis olsunlar diye ve aynı zamanda, reklam alarak, o reklamlardan para kazansınlar diye. FİKRET BAŞKAYA- Yoğun bir reklam bombardımanıyla insanları bönleştirmek için çekilen, yegane amacı reklam almak, para kazanmak olan bir televizyon dizisinde oynayan biri, rahatlıkla kendine sanatçı, yaptığına da sanat diyebilir mi? ÖZGÜR BAŞKAYA- Aynen öyle işte. Hem ekonomik, hem etik, hem de ideolojik bir sorun var. Aslında gerçekten zor. Sorun büyük; burada sanatçıların misyonuyla ilgili bir sorun var. Şimdi, reklamlarda oynayan “değerli” tiyatro yapıcıları kendi misyonlarının farkındalar mı? Asıl sorun bu. İzân diye bir şey vardı eskiden; çok severim. İzânları nerede.. Şimdi, düşünmekte midirler yani, genç tiyatroculara, genç aktörlere, aktrislere, topluma nasıl örnek olduklarını? Şimdi bakalım; pop star diye şeyler var, Türk star, birilerini gözetleyenler, işte efendim, çiftlik evlerine doluşanlar, toplum önünde çiftleşenler falan filan; kısa yoldan zengin-ünlü olma ve bu süreçte insanları alıklaştırma programları... Şimdi, bütün bunlar, toplumsal çürümüşlüğü perçinlerken, nasıl olur da, anlı şanlı “sanatçılar” bu programlarda sunucu, bu programlara jüri üyesi, bu programlara konuk olmayı içine sindirebilir? Çok sevdiğim bir söz vardı. “utanma duygumuzun kaybı, insanlığımızın da kaybıdır” diye... İnsan utanır! yani yanlış bir şey yaptıysa insanlar için-insanlık için, sanat için.. FİKRET BAŞKAYA – Sanat ne için var? Hayatı güzelleştirmek, hayata anlamlı kılmak, kendi üslubuna göre eleştirmek, saçmalıkları yermek, insanı günlük yaşamın sıradanlığının, bayağılığının ötesine taşımak değil mi? Peki, kendilerinin ve başkalarının “sanatçı” dediği taife şimdilerde ne yapıyor? Misyonu yaşamı güzelleştirip ona anlam katmak olanlar tam da bayağılaştırmanın hizmetine girmiş durumdalar. Bu, kendilerdini inkâr etmek değil mi? Misyonlarına ihanet değil mi? Son derecede yetenekli bir tiyatro oyuncusunun kendini reklamlarda kepaze ettirmesinin mantıklı bir gerekçesi olabilir mi? ÖZGÜR BAŞKAYA – Aslında en fazla söylediklerinizi tekrarlayabilirim, zira sorunun içinde cevabı da var... FİKRET BAŞKAYA- Peki, bu metalaşma karşısında, sanatın bütün branşları, dalları hemen hemen aynı durumda mı, yoksa bazı sektörlerde farklı bir durum var mı? ÖZGÜR BAŞKAYA- Sanıyorum, burada biraz daha teknik bir yanıt vermek sağlıklı olur herhalde. Sayalım şimdi; müzik, edebiyat, dans, tiyatro, heykel, resim; altı sanat dalı var işte. Artı bir de sinema. Yani yedinci sanat. Elbette, her birinin kendi içinde ilişkiler biçimleri oluşuyor. Müzik mesela şu anda, bir sektör olarak, büyük finansal ilişkisi üzerine kuruludur. Klipler yapılıyor, biliyorsunuz. Klipler, parçanın satışı için yapılıyor. Bir günde ünlenen, bir günde yok olan, güya “sanatçılar” var; bu satışlar içinde yer alıyorlar. Sanatın satışa yeğlenmesi süreci.. Edebiyatta star sistemi almış başını gitmiştir. Mesela, siz şöyle bir şey düşünebiliyor musunuz, bir yazara, bir roman ısmarlanabilir mi? FİKRET BAŞKAYA- Bence asla böyle bir şey mümkün olmamalı. Bir terziye ceket ısmarlarsın, kunduracıya da ayakkabı, buna kimsenin bir itirazı yok, ama bir edebiyat adamına veya kadınına roman ısmarlamak bizzat o romancıyı “araçlaştırmaktır” ki, bir yazar kendini bu şekilde “araçlaştırmaya” razı olduğunda, artık etik olarak sanat insanı olmanın dışına çıkmıştır. Zira, bu işin öyle şakaya gelir yanı yoktur. İlkelerine bir kere ihanet edenin artık iflah olması mümkün değildir... ÖZGÜR BAŞKAYA- Ya da bir şaire bir şiir, ısmarlanabilir mi? Böyle bir şey olmamalıdır ama olduğu maalesef biliniyor. Tüketilen eserler hayatımıza damga vuruyor, bu anlamda. Peki neden? Alım-satım ilişkisi oldukça, bu da böyle olacaktır. Şimdi, düşünebiliyor musunuz, mesela X yazarının kitabının, üç ay on gün sonra satışa çıkacağını söylüyorlar. Kitap daha bitmemiş. Belli. Üç ay on gün sonra olduğuna göre bitmiş olma şansı da yok; niye şimdi basmıyorsun derler adama. E, bu böyle sürüp gidiyor. FİKRET BAŞKAYA- Sanırsın ki, adam bir edebiyat eseri değil de bornoz üretiyor... ÖZGÜR BAŞKAYA- Halbuki sanat eserinin, üç tane olmazsa olmaz koşulu vardır. Sanat eseri olması için; bir, estetik kaygısı olacak, iki, bir iletisi olacak, üç, biricik olacak. E... bornoz biricik midir? O zaman, demek ki, bunu böyle değerlendirmek lazım. Ha bu, devam edelim, işte efendim, dans zaten, biliyorsunuz bir zikir gibi, uyumanın aracı olarak kullanılıyor. Heykel, işte... Belediye Başkanı içine tükürdü zaten; sorun yok.! Resimler sansürleniyor, v.b. Sinemaysa, başlı başına bir pazardır. FİKRET BAŞKAYA- Bir endüstri yani. ÖZGÜR BAŞKAYA- Dolayısıyla sinemayı farklı değerlendirmek lazım. Şimdi bakın, bütün sanatları hiç birşey kullanmadan yapabilirsiniz. Sadece insan ve alıcısı yeterlidir.. Hiç bir şey kullanmadan. Heykel yapacaksınız, şuradaki toprakla yapabilirsiniz. Resim çizeceksiniz, şuradaki duvara birşey resmede bilirsiniz, vb ... FİKRET BAŞKAYA- Heykeli ağaçtan da yapabilirsin. ÖZGÜR BAŞKAYA- Bir çok şeyden yapabilirsiniz. Dansı zaten kendiniz yaparsınız; tiyatroyu bir seyirci buldunuz mu yaparsınız; müzik, ıslık çalarsınız müzik olur. Ama sinema öyle değildir. Kameranız yoksa, sinema yoktur. Demek ki, sinema bir teçhizat yani donanım olmadan yapılamıyor. Oysa bütün sanat dalları, birebir insanla yapılır; Ama sinemanın, insan ve doğa dışında bir şeye mecburiyeti vardır. O yüzden, altı artı bir sözü hoşuma gidiyor benim. Artı birdir. Buradan sinemayı çok sevdiğimi ayrıca belirtmek isterim. Genel olarak şöyle söylemek gerekir, sanatı bir alım-satım metaı, bir kâr aracı durumuna getirdiğiniz andan itibaren, kapitalizmin o sizin bahsettiğiniz şeyleştirici etkisiyle karşı karşıya kalırsınız. Ha, buna dur demek mümkündür tabii. Bu önemli, buna dur demek mümkündür. Çünkü biz biliriz ki, sanat ve bilim para için yapılmaz. FİKRET BAŞKAYA- Yapılmaması gerekir. ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet. Yapılamaz. Sanat ve bilim, insanlığın toplumsal mirası için yapılır. O da işte, kültürde yatar. FİKRET BAŞKAYA- Kaldı ki o zaten tarihsel bir birikimin sonucu; adamın babasının malı değil ki. ÖZGÜR BAŞKAYA- Tabii tabii. İşte onun için toplumsal mirastır. Zenginliktir ve sanat, parayla pulla olmaz. Zenginlik, sanat ve bilim adamının zenginliği, insanlık kültürüne katkılarıyla olur. İşte o zaman zengin olur. Cebindekiyle falan ilgili bir şey değildir. İnsanlıkla ilgili bir şeydir. FİKRET BAŞKAYA- Sanat için söylenen bilimsel faaliyet için de büyük ölçüde geçerlidir. Peki o zaman bu soruyla bağlantılı olarak, dünyanın başka yerlerindeki emperyalist metropollerde, tırnak içinde, Batı'da olsun, isterse yeryüzünün lânetlilerinin yaşadığı bölgelerde [bizimki gibi] buralardaki sanat insanlarının, kadınlarının ve erkeklerinin, bu metalaşma, paralılaşma, soysuzlaşma sürecine karşı örgütlü bir tepkileri ve buna karşı bir duruş var mı? Veya ne durumda? Türkiye'deki durumdan farklı olanları var mı? Yani gerçekten, sanatı sanat olmaktan çıkaran bir süreç bu. ÖZGÜR BAŞKAYA- Kesinlikle doğru söylüyorsunuz. Şimdi, bireyci yaklaşımlar başını almış gidiyor, genel eğilim öyle. Gerçekten çok beğenerek okuduğum bir kitabınız vardı; Çığırından Çıkmış Bir Dünya . Çığırından çıkmış gerçekten süreç. Bu sadece Türkiye' ye özgü bir şey de değil. FİKRET BAŞKAYA- Hayır, bunun genel olduğunu biliyoruz ama, mesela Türkiye'de ben bugüne kadar bir grup tiyatro ve sinema insanının, bir grup şairin filan böyle ortaya çıkıp da bu sürece karşı bir tavır koyduğuna pek şahit olmadım. Tabii niye böyle bir tavır, bir duruş yok sorusunu sormak da çok önemli. Mesela hem reklamlarda ve televizyon dizilerinde oynayıp hem de emperyalist saldırıya, emperyalizmin bölgedeki uzantısı alan Siyonist İsrail'in Filistin ve Lübnanda işlediği insanlık suçuna karşı sesini yükseltenler var mı? Bu vahşet ve cinayetler karşısında bir sanatçı gibi duranları var mı? Elbette istisnalar olabilir ve burada istisnalar beni ilgilendirmiyor. Sence böyle durumlarda sanat insanlarının önsafları tutması beklenmez mi? ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet, çok doğru söylüyorsunuz. Tanımı gereği sanatçıların bu tür durumlarda çok daha duyarlı olmaları beklenir ama işleri güçleri daha çok para kazanmak ve daha çok eşya edinmek olanlardan bunu beklemek mümkün değil. FİKRET BAŞKAYA- Acaba dışarıda başka oluşumlar, hareketler var mı? O anlamda. ÖZGÜR BAŞKAYA- Buradaki ilk sorun, tespit ettiğiniz üzere, ilgilenmeme üzerine kurulu. Bireyci yaklaşımlar sonucu, çevresiyle ilgisini koparmış, bencil, kendini üstün gören bir profil, garip bir sanatçı profili var. Birincisi bu vahim bir durum.. İkinci sorunsa, onların sorunu, ben ne yapabilirim, hani yani, sanatçı ne yapabilir? Böyle inançsız bir tavır var. Şimdi bakın, bence, dünyadaki perspektiflere de bakarsak, durum maalesef iyiye gitmiyor. Ben mesela Avrupa'da, beş altı ülkede, bu konuda gözlemlerde bulundum. Bir kere, örgütlü tavır göstermemek konusunda çok başarılılar. Sanatçı deyince böyle biraz daha yalnız, özgün, tek başına yaşayan, bohem bir hayat ortaya çıkıyor. Böyle bir şey yok aslında. Ama öyleler ve kesinlikle örgütlenmiyorlar. Ancak şimdilerde Latin Amerika'da eskiden beri Küba'da, eski Sovyetlerdeki durumu net bilemiyorum.. Dünya'yla bağlantımızın azlığı öz eleştirisini de burada yapmamız gerekir.. Türkiye'deki örgütlenme süreci zaten öyle zor ki, düşünsenize, açık ve örtük bunca askeri darbe yaşamış bir ülkede ne kadar örgütlenebilirsin? Ha, bunun için çalışmıyor muyuz? Çalıştık. İnsanlar bundan sonra da çalışacak. Başka çaremiz yok ama güçsüzlüğümüzün de tespiti şart. 1960'lı yıllardan beri gelen muhalif sanatın elbette yarattığı önemli bir miras var.. Ancak dünya'da sol hareketin, ilerici hareketin, sosyalist hareketin gücüyle [güç kaybı diyelim] de ilişkili bir süreç bu.. Sosyal mücadelenin yeniden yükselmesinin sanat camiasını da etkileyeceğine inanıyorum ben.. FİKRET BAŞKAYA- Şimdi mesela bir başka sorun da, daha doğrusu sık sık dile getirilen bir şey var, mesela tiyatro sanatçısı diyelim, reklamlarda rol alıyor.. niçin orada rol aldığını sorduğunuz zaman, diyor ki, ‘ya ne yapalım geçim derdi' diyor. Şimdi yani herkes geçiniyor da bir tek bunlar mı geçinemiyor? Yani şimdi böyle bir gerekçe, böyle bir saçmalık olabilir mi? Bu kepazeliğe karşı çıkmamak, bu kepazeliği yeniden üretmek doğrusu kabul edilebilir birşey olamaz? ÖZGÜR BAŞKAYA- Şimdi, bu bir kere ayıp. Bundan altı yüz sene önce, Şeyhim Bedrettin şöyle demiş; “ varacağınız yola, varmak istediğiniz yola, o yolun adımlarıyla varacaksınız.” Başka adımlarla oraya varma kepazeliğine, yani makyavelist bir kepazeliğe izin vermiyor Bedrettin. Yani bu çok önemli bir şey. FİKRET BAŞKAYA- Bu, “amaca ulaşmak için her türlü araç mubahtır” safsatasıdır ve egemenlerin diliyle konuşmaktır... ÖZGÜR BAŞKAYA- İkincisi şu, bu çok saçma bir şey. Şimdi Engels'in bir anektodu vardı; orada bir dağ var, bir tarafı zor ve dik bir yokuş, dağın tepesine kadar çıkarsın, ama dağın öbür tarafı engebesiz düz ve kaygan bir zemindir, ayağınızı atarsanız aşağı uçarsınız demiştir. FİKRET BAŞKAYA- Sanıyorum, aşağı yukarı şöyleydi; gericilik öyle kaygan bir zemindir ki, adımın attın mı kendini kuyunun dibinde bulursun. ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet, galiba öyle. Şimdi bakın, mesela reklamda oynuyor, efendim bunu tiyatroya aktarıyormuş; sorduğunuz soru bu değil mi, benim anladığım bu.. FİKRET BAŞKAYA- Eğer kendi etiğine sadık, tutarlı bir sanatçıysa, hiçbir gerekçeyle insanları bönleştiren, ahmaklaştıran dizilerde, reklamlarda rol alıp kendini araçlaştırmamalıdır . İnsan isterse her saçmalığı, her durumu, her kepazeliği rasyonalize edelilir. Yazık ki, insanlarda bu tür saçma bir eğilim var... ÖZGÜR BAŞKAYA- Mümkünâtı yoktur. Ama bakın. tiyatro sanatçıları şöyle yapıyorlar; efendim biz geçinemiyoruz. Hem geçimimizi sağlıyoruz, hem de buralardan para kazanıyoruz, onunla tiyatro yapıyoruz falan. E, ne oldu şimdi? Biraz önce Bedrettin'den bahsettim, utanç verici olduğu bir kere ortada; bu bir. İkincisi, siz hangi etik gerekçeyle bunu yapabilirsiniz ki zaten? Bu ayıp bir şeydir. Siz birileri mal satsın diye orada reklam'a çıkıyorsunuz, hiç utanmadan. Sonra oradan kazandığınız parayı tiyatroya aktarıyorsunuz. Nereye aktarırsan aktar! Bir önemi yok ki bunun. FİKRET BAŞKAYA- Kaldı ki o reklamlarda bizzat kendini de pespaye ediyor, alçaltılmayı içine sindiriyor. ÖZGÜR BAŞKAYA- Kendini de, sanatı da. FİKRET BAŞKAYA- Tiyatrocu imajı, orada reklamda oynayan olarak değerlendiriliyor... ÖZGÜR BAŞKAYA- Şimdi mesela, reklamlarda oynamıyorum, para da kazanmıyorum, kazanmayı tercih etmiyorum, dizide de oynamıyorum, tercih etmiyorum, aslında oynasam Özgür Tiyatro'nun oyunlarının seyircisi kesinlikle biraz daha fazla olur. Çünkü orada görüyor ya, gelecek oraya da. Böylece kandırdılar insanları. Gelmez olsun! Çok net söylüyorum, gelmez olsun! Düşünsenize, bu deterjan daha iyidir diyor, çıkıyor televizyona böyle eblek suratıyla... Reklamla kandırıyorlar insanları.. FİKRET BAŞKAYA -Sonra da o deterjanın insanları zehirlediği ortaya çıkıyor. Adam bir bankanın harikalar yarattığını anlatan bir reklamına çıkıyor, sonra anlaşılıyor ki, banka tam bir mafya, bizim “sanatçı” orada yalanı tekrarlayıp dururken, bankanın sahipleri de devletin hazinesini soymakla, insanları dolandırmakla meşgul ve bankayı çoktan “batırmışlar”... ÖZGÜR BAŞKAYA- Ha banka reklamı... cep telefonu reklamı... benim arkadaşlarım oynuyorlar. Bu şey, ne o? Şey, temizleme maddesi reklamında oynuyor. Diyor ki, bu temizleme maddesi, diğer temizleme maddesinden daha iyidir... Bunu, suratını açıyor, dört numaralı bakışıyla bakıyor.. Çünkü aymaz bunlar şu anda. Hiçbir şekilde algılamıyor. Yüzlerine söylüyoruz, yine algılamıyor. Ne yapacağız bilmiyorum yani. Şu anda bilmediğim şeylerden biriside bu. FİKRET BAŞKAYA- Şimdi, bu insanların böyle reklamlarda oynaması, ipe sapa gelmez şeyler yapması geçim sorunuyla ilgili bir mesele diyorlar.. ÖZGÜR BAŞKAYA- Hiçbir şekilde ilgisi yok aslında ama, öyle diyorlar. FİKRET BAŞKAYA- Hayır, hayır, onunla ilişkilendiriyorlar ya. Halbuki mesela sosyalist bir toplumda, sanatçı olmayacak mı yani? ÖZGÜR BAŞKAYA- Hayır, isteyen herkes sanatçı olacak. Zaten sanatın tanımı da değişecektir o zaman. FİKRET BAŞKAYA- Tam tersine, evet. ÖZGÜR BAŞKAYA- Hiçbir ilgisi yok. Potansiyel olarak herkes sanatçı olacak, çünkü orada artık sanat kimsenin tekelinde olmayacak. Ben sanatçıyım havaları filan olmayacak öyle. Bir de şu olacak. Lenin' in dediği gibi, sabah çapa yapacaksın, öğleden sonra balık tutacaksın, akşam da operaya gideceksin. Sanat denilen şey, güzellik demektir, estetik demektir, aşk demektir. Bu kimsenin tekelinde olan bir şey değildir. Onun için Sanatçı kavramının net bir şekilde yok edilmesi gerekir. Evet, ben gitaristim, ben oyuncuyum. Oyun da oynarım mahiyetinde. Oyuncu derken, sadece oyuncuyum değil. Bir şey vardı, siz söylemiştiniz sanırım, iki işin olacak kardeşim. Biri geçinmek için diğeri de sanatsal, estetik, bilimsel ve başka etkinlikler için. Birinciyle geçimini sağlarsın, sonra da estetik bir faaliyet yaparsın, resim yaparsın, beste yaparsın, şiir yazarsın, heykel yaparsın, tiyatro yaparsın... Orhan Veli, nerede çalışıyordu? Orhan Veli? Memurdu... Sanatçı değil mi şimdi Orhan Veli... İlle sadece o sanatı yaparak geçinmek diye bir şey yok. Kapitalist sistemde bu mümkün değildir. Buna kapitalist sistem izin vermez. Muhalifseniz izin vermez. Muhalif değilseniz evet çok paralar kazanabilirsiniz. Gidersiniz reklam çekersiniz, dizide oynarsınız, filmde oynarsınız falan.. Bilim için de geçerli bu.. Fikret BAŞKAYA bir bilim adamı. Bilim adamlığından mı kazanacak illâ? Siz de memur olabilirdiniz bir yerde ve aynı bilimsel faaliyeti sürdürebilirdiniz. Ya da ben işte, tiyatro oyuncusuyum- yönetmeniyim, ama geçimimi başka yerden sağlıyorum. Böyle bir şey yok. Tekrarlıyorum: sanat kimsenin tekelinde değildir. Zor laf bu, bilinçleri değiştirmek gerektiğinden anlıyormusunuz, zor laf yani. Profesyonel sanatçı burjuva topluma özgü birşey, geleceğin sınıfsız toplumunda profesyonel sanatçı olmayacak, zira sanatçı kavramı külliyen değişecek... FİKRET BAŞKAYA-Bence bunun üzerinde ısrarla durmak gerekiyor . Çünkü bu, son derece de önemli. Bu durum aşıldığı zaman, bu sorun aşıldığı zaman, insanların kafasındaki bir çok şey de aşılacak, önlerinde çok zengin perspektif açılacak. Sanatçının fetişleştirilmesi filan da işte ortadan kalkacak. Bu bakımdan bence çok kritik bir öneme sahip. ÖZGÜR BAŞKAYA- Şimdi bakın, adamla tanışıyorsunuz, merhaba filan, ben diyor, devlet sanatçısıyım, elini sıkarken. Bu pespaye ünvanda felaketi bize gösteriyor.. Ya da Devlet tiyatrosu sanatçısıymış. FİKRET BAŞKAYA- Kökleşmiş, yerleşmiş ama farkında olmadığı bir saçmalığı tekrarlıyor... ÖZGÜR BAŞKAYA- Bir kere devletin sanatçısıysan sen uşaksın. Sanatçının muhalif kimliğine devlet tarafından vurulmuş darbe.. İkincisi, ne demek devlet sanatçısı olmak? Emrinde ücretli köleyim demek istiyor yani. Devlet Tiyatrosu sanatçısı ne demek.. Devletin tiyatrosunda oyuncuyum demiyor... FİKRET BAŞKAYA- Esasen hem estetik hem de bilimsel alanda etkinlik iddiasında olanlar, kendileriyle tutarlı olmak istiyorlarsa, her türlü egemen odaktan, güç odağından uzak durmalıdırlar, bağımsızlıklarını kıskançlıkla korumaları gerekir. Bu gün bunun koşulu devlet ve sermayeden uzak durmaktır. Hem bu güç odaklarıyla flört edip, kemik peşinde koşup hem de ortalıkta sanatçıyım diye dolaşmak olmaz. Bunlar “köpeksiz köyde değneksiz gezenlerdir”... Kimse çıkıp ta yaktıklarının ne menem bir şey olduğunu söylemezse tabii değneksiz gezmeleri mümkün oluyor. Oysa memur kafası taşıyandan sanatçı olamz. Adı üstünde memur... ÖZGÜR BAŞKAYA- Memur kesinlikle. Kesinlikle öyle. Ücretli köle. Bu iyi laf. Ücretli köle.. Şimdi bakın, çok ilginç bir şey söyleyeceğim; bunun üstünde durmuyorlar, ilginçtir kimse durmuyor. Diyarbakır 'a Devlet Tiyatrosu açıyorlar. Van'a Devlet Tiyatrosu açıyorlar. Uzun yıllar önce, devlet tiyatrosunun Diyarbakır 'a niçin açıldığını soran birine, şöyle yanıt vermiştim; devletin oraya sanat götürmek gibi bir amacı filan yok. Devlet orada varolabilecek potansiyel tehlikeli durumları manüple etmek için devlet tiyatrosu açıyor. FİKRET BAŞKAYA- Merkezileştirmek için. ÖZGÜR BAŞKAYA- Tabii. Kendine bağlıyor. FİKRET BAŞKAYA- İğdişleştirmek için. ÖZGÜR BAŞKAYA- Aynen öyle. Ehlileştirilmek için, iğdişleştirmek için yapılıyor bunlar. Senin ne işin var ya, Van'da Devlet Tiyatrosu? Van da iş yok, ekmek yok, doktor yok, okul yok.. müthiş bir devlet baskı var... Bunların hepsi manipülatif sorunlardır. Devlet, tiyatro ve tiyatro sanatına genel olarak, varolan kesimleri manipüle etmek için yaklaşır; başka türlü yaklaşmaz. Bütün sanatlara yaklaşımı da öyledir. Niye ‘Devlet sanatçısı' unvanı veriyorlar? Niye veriyor? Matah bir şey mi? FİKRET BAŞKAYA- O zaman, buradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz; gerçek sanatçıysa iki şey olamaz; bir, memur kafalı olamaz, ikincisiyse, sermayeye ve devlet karşısında mesafeli durması gerekir. ÖZGÜR BAŞKAYA- Kesinlikle durması gerekir. FİKRET BAŞKAYA- Zaten bu ikisi birbirinden bağımsız da değil. ÖZGÜR BAŞKAYA- Değil. Ama şimdi burada bir sorun var, gerçekten dünya çapında bazı sanatçılar var, mesela Salvador DALİ gibi veya büyük orkestra şefi Karayan gibi. Bunlar faşist, ideolojik görüşleri faşist. Eskiden şöyle düşünürdüm ben, sanatçı solcu olur gibi bir temel perspektiften bakardım. Aslında doğru bir perspektifti o. Solcu şunun için, yani X örgütündendir mahiyetinde söylemiyorum, insan ve insana bağlı değerleri taşır mahiyetinde söylüyorum. Fakat gerçekten çok yetkin sanat eserleri üreten ve bu anlamda solcu olmayan adamlar gördüm. Bunu kabullenmek zorundayız. FİKRET BAŞKAYA- Aslında orada adamın kendini öyle tanımlaması ya da başkalarının onu öyle tanımlamasından ziyade, yaptığı işten dolayı solcu. Yani yaptığı şey tarihin doğrulsunda anlamında. Adam veya kadın kendini öyle tanımlayabilir ama yaptığı şey son tahlilde “gerici” değildir... ÖZGÜR BAŞKAYA- İşte, yaptığı işten dolayı solcu, ama dışarıda konuşurken ırkçı bir partiye oy verdiğini açıklayabiliyor ve kitleleri etkiliyor.. Bu çok önemli bir şey artık. Artık önemli, eskiden belki bu kadar önemli değildi. Sadece yaptığı işle ilgilenmek olmaz. Anadolu'da bir laf vardır: söylediğinle edip işlediğin bir olacak denmiştir. Artık bundan sonra olmaz, evet doğru, Herbert Von Karayan ırkçıydı yani ya da işte Dali de öyleydi.. Ama artık şu anda, bu sistemde, bu kapitalist süreçte, kesinlikle sanat adamının söyledikleriyle edip işlediğinin bir olması gerekiyor. Öyle bir şey yok artık. Çünkü neden? Çünkü kardeşim, ya sen emekten, emeğin değerlendirilmesinden yanasındır; bu anlamda özgürlükten ve eşitlikten yanasındır, bu iki kavram benim için aslolandır, ya da hiçbir yerde değilsindir. Beni ilgilendirmiyor artık. Bana diyorlar ki, sen tutucusun. Evet, eşitlikten, özgürlükten, yana olmak, her türlü sömürü ve zulme tarşı olmak tutuculuksa, neden olmasın?. FİKRET BAŞKAYA- Şimdi tabii metalaşmanın bu kadar derinleştiği bir dönemde, senin ısrarla üzerinde durduğun, amatörlük meselesi var. Mesela tiyatro için bunu dile getiriyorsun. Diyorsun ki, amatör değilse tiyatro da değildir . Şimdi bu, estetik kaygıları olan insanlara ciddi sorun yaratan bir şey. Bu konunun aşılmasının da imkansız olmaması gerekir. Zaten imkansız da değil. Bu konuda, bu estetik alandaki insanların, bu metalaşmayla ilgili durumları nasıl bir perspektifte bulunuyor? Bir sanat yönetmeni, diyelim bir tiyatro insanı, bir oyun sahnelediği zaman, bunun parasal kısmının, finansmanını diyelim, birileri tarafından karşılanması gerekiyor. ÖZGÜR BAŞKAYA- Evet tabii gerekli. Şimdi şöyle oluyor; amatörlük kavramını yanlış anlıyorlar. Hâlâ yanlış anlıyorlar memleketimizde. Aslında dünyada da yanlış anlaşıldığını düşünüyorum ben. Amatör, Latince amare kelimesinden türemedir ve Fransızca sevmek anlamındaki aimer' nin karşılığıdır . Amatör, bir şeyi severek, aşkla yapan demektir; gönül bağıyla bağlı anlamına gelir. Siz mesela bir çiçeği, mesela bakın siz burada bir sürü şey yetiştiriyorsunuz, ağaçlar falan, kedi. Kediyi siz para kazanmak için mi besliyorsunuz? Çiçekleri, ağaçları para kazanmak için mi suluyorsunuz ? Yok. Aşkla yapıyorsunuz. Onu büyütüp güzelleştirmeyi, onunla beraber olmayı istiyorsunuz. Aşkla yapan, gönül bağıyla bağlı demektir amatör. Acemi demek değildir. Bir kere bunu iyi bilmek gerekiyor. Amatör, acemi değildir, özençli falan değildir; amatördür. İkincisi, bu söylediğiniz şey için Marks'ın bir sözü var; “Enisonu, insanın devredilemez sandığı herşeyin değişime, alışverişe konu olduğu bir dönem gelmiştir.(diyor Karl Marx) Bu, o ana değin ifade edilen ve aktarılan ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınamayan –erdem, sevgi, inanç, bilgi, bilinç, vicdan, (sanat Ö.B.) vb- Kısaca herşeyin pazara düştüğü, ticaret konusu olduğu, metalaştığı bir dönem... Bu çürümüşlüğün genelleştiği, her şeyin para ile elde edilmesinin evrenselleştiği bir dönem...” Ne acı.. FİKRET BAŞKAYA- Konuşmanın sonunda bunu söyleyeceğini biliyordum..Bu sohbet için teşekkür.. Özgür BAŞKAYA- Böyle keyifli bir ortamdaki sohbet için ben de çok teşekkür ediyorum..Bu konuşmayı kameraya alan Tamer Gören'e ve bant çözümünü büyük bir keyifle yapacağını söyleyen Özgür Üniversite'den öğrencim Pelin Temur'a da şimdiden teşekkür ediyorum... * Özgür Başkaya, Özgür Tiyatronun başkanı, tiyatro oyuncusu ve yönetmenidir. Özgür Üniversite'de de tiyatro ve drama dersleri vermektedir...

2 yorum:

  1. sesiz ve yorgun adam
    değişik tuhaf ve bir tek kenine bak
    yaşa ama değişme aynı kal gül
    dediklerin arkada kalsın asla
    yürürken büyü seçilmiş ol
    yada olmak istediğin bill

    YanıtlaSil
  2. büyük yada küçük işler iste
    ama ne istedini bill
    burası kaybeden ler kulübü
    ne yapmak istersen seç
    sesiz kalma yürü
    sonu gelmez tuhaf ama olsun ..... özgen

    YanıtlaSil