PİYASA, SANAT- SANATÇI VE AMATÖRLÜK ÜZERİNE
Değerli okuyucular-dinleyiciler…
Karl Marx’ın 1844 El yazmalarında söylediği“Para her şeyi karşıtına dönüştürür.”sözünü düşünmeye başlamanızı rica ederek sözlerime başlamak istiyorum...
Büyük düşünür-devrimci Karl Marx insan için : “Doğanın talihsiz çocuğu” dermiş.
Şu anda sanatımıza hâkim olmaya çalışan piyasanın “talihsiz çocukları” olarak yaşamımızı sürdürüyoruz. Çünkü sanat, belki de tarihin hiçbir döneminde bu denli piyasaya konu olup bu denli piyasa tarafından yönlendirilmemiştir..
Onar yıllık darbe süreçleri içerisinde son olarak 12 Eylül açık faşizmini yaşamış, birçok askeri olmadığı varsaydırılan sivil darbelerle ve onların işletmecileriyle yönetilen ülkemizde; silkinmeye çalışan, özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye inanmış bir avuç sanat insanının onurunu koruma mücadelesi, çığlığı bulunmaktadır… Yetersizdir... Acıyla belirlenmelidir…
Sanatın ve sanatçının işlevini ve gücünü çok iyi bilen sermaye, sanatın üstünde sistemli bir baskı oluşturmakta ve sanatla politikanın ayrılması temelinde kapsamlı ve bilinçli bir çalışma yapmaktadır.Sanatla politikayı sözde ayırmak istiyorlar!!! Hâlbuki sanatın politikadan bağımsız olamayacağı bir gerçektir...
Kapitalizm özelde edebiyat ve tiyatro, genelde sanatla uğraşırken; istediği oyunları ideolojik yada maddi manipülasyonlarla oynatır, egemenliğinin sürekliliği için tüm dalavereleri yaparken; işine gelmediği tiyatroları,metinleri sansür ettirip, kitapları yaktırıp, sanatçıları , yazarları, bilim adamlarını içeri attırırken sanat ve politika birbirlerinden ayrı değil de ; biz onların çirkefliklerini açığa çıkarıp, insansızlaştırma süreçlerini deşifre ettiğimizde mi sanat ve politika ayrı şeyler oluyor!.. Buna artık ancak ahmaklar inanır...
Ernst Fischer : “Sanat için, sanatın gelişmesi için elverişli bir ortam yaratmaz kapitalizm. Ortalama bir kapitalist sanata karşı bir gereksinme duyarsa, bu ya özel hayatını süslemek içindir ya da iyi bir yatırım yapmak için.” diyor. Bu gerçekten de böyledir... Yaşanılan süreci irdelediğimizde görürüz ki; Sanatın ve sanatçının tam yabancılaşmasına, insan ilişkilerinin maddileşmesine, kişisel yalnızlıklara ve toplumsal bağların gölgelenmesine neden olmuştur kapitalizm...
Sanat alanında bankaların ne işi var..Toplumsal hayatla bağları gölgelenen guya sanatçılar ve kitleler oluşturmanın yöntemidir bu. Ve insani süreçlerdeki yozlaşmanın resmi..Ama “sanatın bu olduğu” dayatması gözleri kör, kulakları sağır etmektedir..İnsanlar kuklalaştırılmaktadır...
Kültürel yozlaşma üzerine yazdığı “Yozlaşma, şiir, tür bilinci” Isimli yazısında Berrin Taş “günümüz sanatçısının sorunsal'ı yoktur” diyor . “Bu dünya böyledir, savaşlar, açlık, susuzluk, insanların hastane kapılarında rezilliğe yazgılı olduğu bir tuhaf dünya. Bu dünya değişmez hep böyledir, bundan sonra da böyle olacaktır demenin bir başka biçimidir onun yaratısı.”İşte kapitalizmin o büyük sanat-sanatçı profili...
1844 elyazmalarında Marx paranın gücünden bahsederken “..O (para) insanlığın yabancılaşmış erkidir..” diyor..İşte bu hemen bize, bankaların sanat alanında neden olduğunu gösteriyor..Paranın, yani insanlığın yabancılaşmış erkinin hizmetinde bir sanat...Bunun dayatılması için bankalar yayın evleri kuruyorlar..Tiyatroları finanse ediyorlar..Güya büyük müzik organizasyonları düzenliyorlar...
Büyük tekeller sanatçıları ellerinde bulundurma yarışında coşmaktadırlar..Nice ünlü yazarlar banka yayınevleri arasında transfer olarak cukkayı doğrultmaktadırlar..
“Halbuki bu bir zenginlik değildir..Sanatçının zenginliği parada değil insanlığın toplumsal mirası, “kültürde” yatmaktadır..Ayrıca bu toplumsal miras gerçek sanatçılar ve bilim adamları sayesinde oluşmuştur..Orhan Veli’nin şiirdeki “malda mülkte gözüm yoktur..vallahi yoktur..” sözleri pestenkerani söylenmiş sözler değildir..
Bu mealde kültürel yozlaşma üzerine yazılan “Kültür Ve Sanatta Yozlaşma Ve İnsan Cinsi Sınıfları” isimli yazısında Nalan Çelik: “Günümüzde, yazılı ve görsel basında...yayınevlerinde yüksek rakamlara o kanal senin bu kanal benim...bir gazeteden diğerine.yayınevlerine dolaşan insanlar...sanat yaptıklarını, profesyonelce davrandıklarını, olmadı..daha bir arabesk söylemle ekmek parası için oradan oraya dolandıklarını anlatmaya çalışırlar. Özgürlüklerini yitirmiş, kendine ve tüm yaşama yabancılaşmış bu "sanatçılar" burjuva ve kapitalist çıkarlarının, söylemini yaparken kültür yozlaşmasına öncülük ederler.”diyor.
Bu süreç değerlendirildiğinde: Onlara kalırsa sanatın ve sanatçının dostları hortumlanan ya da ne hikmetse hortumlanmayan bankalar, sanata ve sanatçıya destekleri artarak sürecek olan araba ve alkol firmalarıdır... Net olarak bilinmelidir ki burjuvazi malının kullanım değerine bile bakmaz.Değişim değerine bakar..Çok satılan bir kitabın raflarda tozlanması yada tuvalet kağıdı olarak kullanılması ile ilgilenmez burjuvazi..O paraya bakar...
Tekelci kapitalizm insanlarla oynamaya devam etmektedir... Oyuncak olmamak gerektir…
Sanatçıların bu işte oynadıkları misyon ise içler acısıdır..Büyük sermayenin uşaklığında “hangi tekel daha fazla kazansında beni de görsün” zihniyetiyle insanlığa ve onun kültürüne ihanet edilmektedir..
“Para ve meta fetişizminin doruğa çıktığı süreçte her alandaki kişiler seçim ve duruşları paralelinde kendilerini koruyup bu çirkeften uzak duracaklarına başta bilim, sanat insanları olmak üzere bir dolu “aklı başında” insan, medya maymunu olmayı seçtiler.” Mehmet Esatoğlu
Herkes bilir ki her mesleğin olmazsa olmazları vardır : Örneğin işkence görmüş birine doktor sağlam ve sağlıklı raporu veremez (veriyor,o ayrı) ama vermemesi gerekir diyoruz.. Gazeteci yalan haber yazamaz(yazıyor o ayrı) ama yazmaması gerekir biliyoruz.. Tüm bunlar mesleki etikle ilgili şeylerdir. Deontoloji... İşte bizde diyoruz ki tiyatro oyuncuları reklâmlarda oynamamalıdır. Oyunculuk deontolojisinde; piyasanın kuklalığında bir holding, firma ya da kuruluş daha çok para kazansın diye estetik değerlerini satmak yazmaz...
Reklâmlarda oynayan değerli tiyatro yapıcıları kendi misyonlarının farkında mıdırlar?
Acaba düşünmekte midirler genç tiyatroculara ve topluma nasıl örnek olduklarını..
Pop starlar, Türk starlar, birilerini gözetleyenler, çiftlik evlerine doluşanlar, toplum önünde çiftleşmeye çalışanlar, akademi Türkiyeler vb... toplumsal çürümüşlüğü perçinlerken, nasıl olurda anlı şanlı, sanatçı olduğunu iddia eden taife, bu programlarda sunucu, jüri üyesi, konuk olmayı içine sindirebilmektedir. Utanma duygumuzun kaybı, insanlığımızın da kaybıdır…
Starlar neden çıkıyor, çıkartılıyor? 15–16 yaşlarındaki kız çocukları neden vamp kadınlar haline getiriliyor... Popüler kimlikler neden insanlığın zavallılığı ile yüceltiliyorlar?
İşte tüm bunların yanıtı insansızlaştırılmış, etik değerlerini kaybetmiş, sevmeyi unutmuş toplumda yatıyor… Acıyla yatıyor…
İşin ilginci burada bir tartışma gündemi oluşturulmaya çalışılıyor... Diplomalı cahillerin bizi uyutması üzerine... Bunun yanlışlığı üzerinde durmak bile istemiyorum... Sorunun kaynağını, gerçek nedenleri tartışmak varken, cukkayı kimin alması gerektiğini tartışmayı anlamlı bulmuyorum…
Yaşadığımız süreçte, sorunun temelini-aslını unutup, dönemden-yaşanılandan pay alma yarışı hayata geçmiştir… “Ne için yaşıyorum?” sorusu yerine “daha çok nasıl kazanırım?” sorusu hâkimdir. Aman mektepli oyuncular olsun düşüncesi ise bu bilgisiz bilgi hegemonyasının, iş yaratma ve kazanma mantığının sonucu hayata geçirilmek istenmektedir… Sistemin ekmeğine yağ sürmenin yeni adının bu olduğu maalesef görülmemektedir, ya da bilinçli bir kurguya alet olunmaktadır… Cehaletin daniskasıdır bu... Söylenecek söz bulunamamaktadır…
Mankenler oyuncu olamaz! Vb. türünden ahlâklı olmaya çalışan, ama temeli unutup mektepli hegemonyasını idame ettiren bir anlayış dayatılmak istenmektedir...(Mektepli olduğumun dinleyici-okuyucu tarafından bilinmesini isterim…) Ayrıca konserve eğitim veren okulların vahameti başka bir tartışmanın konusudur, burada girmeyi uygun bulmuyorum…
“Eni sonu, insanın devredilemez sandığı her şeyin değişime, alışverişe konu olduğu bir dönem gelmiştir.(diyor Karl Marx) Bu, o ana değin ifade edilen ve aktarılan ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınamayan –erdem, sevgi, inanç, bilgi, vicdan, (sanat Ö.B.) vb-
Kısaca her şeyin ticarete girdiği dönemdir. Bu çürümüşlüğün genelleştiği, her şeyin para ile elde edilmesinin evrenselleştiği bir dönem...”
Bir televizyon programında insanın marka olup olamayacağını tartışıyorlardı. Tiyatrocu bir şovmenin programıydı. Hayatının bir bölümünü mafyayı eğlendirmeye adamış bir şarkıcı ile marka uzmanı konukları vardı.. O marka uzmanının “olur, olur. İnsan marka olur.”diyen pişkin yüzü insanlığımızdan utanmanın artık zorunluluğudur. İnsanın sıradan bir mal olarak görülüp tartışıldığı bu dönemde, tüm erdemlerin alaşağı edildiği bu yaşadığımız zaman diliminde, onur, insanlık onuru en üst düzeyde kavranılması ve yaşanılması gereken bir olgudur. Haince yapılan ideolojik ve fiili saldırılara karşı onurun korunması gerekmektedir. Bu okunulan edebi esere, izlenecek tiyatroya, dinlenecek müzik eserine vb. verilecek tepkiden, işkencecilere verilecek tepkiye değin böyle olmalıdır... İnsanlık onuru artık tüm alanlarda çığlığa dönüşmelidir. Öncelik söz konusu edilemez artık. Kapitalizmin insanlığı yok ediş süreci nasıl top yekun ise ona karşı duruşta, yaşamın tüm alanlarında top yekun olmalıdır... Sanat bu alanlardan biridir. Güçlü ve kitleleri hızlı etkileyecek bir alan...
Metalaştırılan insan...Metalaştırılan sanat...
İnsan insan olmaktan, sanat sanat olmaktan çıkarılmıştır..Burjuvazi doktoru, avukatı, bilim adamını nasıl kendi ücretli emekçisi haline getirdiyse maalesef sanatçıyı da bu hale getirmiştir..Ücretli kölelik düzeni beyinleri tarumar etmiş, melekelerimize bizi yabancılaştırmıştır..... Hâlbuki sanat karşılıksızdır... Çiçek sularken ya da âşık olurken herhangi bir karşılık beklemeyiz. Öyleyse kendini güzel ifade etmek olan sanattan niye karşılık bekleyelim...
“Geçim derdi, ne yapalım aç mı kalalım?” türünden bahanelerin sınırı çoktan aşılmıştır. Sert ve engebeli bir dağın tepesine çıkılmış ve şimdi ardındaki pürüzsüz kaygan zeminde hızla dibe doğru yol alınmaktadır...
Bu insansızlaşmış ortamdan kurtulmanın tek yolu “zararın neresinden dönsek kardır” diye düşünmek ve “Anayasayı bir kere delsek ne çıkar?” türündeki bakkal zihniyetinden kurtulmakla olur.
Sanatta star sistemine reddiye gösterilmelidir. “Sanatta Star Sistemi tarihi açıdan geçersizdir. Şöyle. Sanatta Star Sistemi despotik bir yapılanma. Bu sistemin sanatçıları, ele geçirdikleri iletişim kanallarının etkisiyle Türkiye'de sanat eserlerinin enine boyuna tartışılmasını önledi. Bunlar yazdıkları gazetelerde...dergilerde kendi yorumlarını tek doğru...tartışmasız tek doğru diye
Neden star sistemi ürünü eserler çok satıyor... Neden başyapıt kabul ediliyorlar...
Daha çok kitabın satılması, oyunun izlenmesi, kaset-cd satışlarının rekorlar kırması, filmlere milyonlarca kişinin gitmesi ile estetik performans arasında doğru orantılı bir bağ mı vardır? Hayır yoktur. Satış, estetik performansın gücünün yüksekliğini belirlemez.Piyasa kuralları içinde olduğu sürece bu bir alım, satım, tüketimdir.Estetik nesne-estetik özne ilişkisi değildir..
Gerçek sanat eseri tüketilmez. Alıcısını değiştirip dönüştürür sanat eseri. Tüketim ne fiiliyatta vardır ne de kimilerinin söylediği gibi sözde-retorikte olmalıdır. Bu anlamda sanat eseri tüketimin, alım-satımın, piyasanın dışındadır... Cristopher Caudwel’in şu güzel sözünü akıllardan çıkarmamak gerektir : “Sanat Pazar değerleri yerine kullanım değerlerini getirir. Sanat ucuz şeyleri değerli kılar; birkaç boya lekesini toplumsal hazine haline getirebilir. Bu yüzden pazar sanatçının en büyük düşmanıdır. Pazarın kör çabası güzelliği katleder.”
Sanat eseri tektir. Tabiri caizse ve ustaların kullanımıyla “biriciktir”. Pazara çıkarılan ürün tek değildir.Genelin dayatılmış beğenisi üzerine kuruludur.Sanat-Zanaat ilişkisinin temel ayrımı burada yatmaktadır.Teklik üzerine kuruludur bu ayrım.. Hâlbuki alınıp satılan meta tek değildir. Ayakkabı gibi, televizyon gibi vb...
Nasıl bir günde ünlü olunabiliniyor da istenmezse hemen unutulunuyor. Tiyatro ödülleri, edebi-sanatsal ödüller hangi kıstaslarla veriliyor. Kimler veriyor. Bu kimler nasıl oluşturuluyor. Ödül verilen ya da verilmeyen eserlerin verilme ya da verilmeme gerekçeleri neden açıklanmıyor.
Piyasanın alış veriş döngüsü içinde üretilen sanatsal etkinliklerin bitiş tarihleri daha eser yapımına başlanmadan nasıl açıklanabiliyor. Örneğin bir oyunun prömiyer tarihi üç ay önceden nasıl açıklanabiliniyor, keza bir romanın bitişi... Bunlar, satacaklarını bilseler, piyasanın bilindik sanatçı kahramanlarına şiirler ısmarlarlar, resimler sipariş ederler, notalar yazdırırlar vb... Zaten halkın duygusal sömürüsü üzerine şekillendirilen şarkı sözleri yazdırmıyorlar mı? Çok satacak market kitapları basmıyorlar mı?
İşte her şey alışveriş üzerine kuruluysa bunlar olabilir.Alışverişin bizlere dayatılma yöntemlerinden biri insani duygularımızın sömürüsü üzerine kuruludur.Sade piyasayı düşünerek ortaya attıkları “anneler günü, babalar günü, sevgililer günü vb..”dışında artık tarih içindeki onurlarımıza bile el atmış durumdalar: Che tişörtleri üretmek, Lenin rozetleri imal etmek, özel günlerde eşe dosta yollansın diye Marx’ın kartpostallarını basmak vb...Bu duygusal saldırıya izin vermemeliyiz..Olayların yıldönümleri, ölüm-doğum günleri ve benzerlerinde ticari kaygıyı tersine çevirmeliyiz.Alınıp satılarak hatırlanacak veya yılda bir anacağımız insanlar değil bizim insanlarımız..Onlarla yaşadık, yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz..Günlerin metalaştırılmasına ve tek tipleşmeye izin vermemeliyiz. Ticari manipülasyon yanında ideolojik bir top yekün saldırıdır bu. Yaşamımızın tekdüzeleştirilmesine ve metalaşmasına izin vermemek kendimize ve insanlığa olan borçlarımızdan biridir.
Şimdi burada bir ayraç koyarak biraz “amatörlükten” bahsetmek istiyorum.. Zira amatörlük neo-liberal saldırının temel saç ayaklarından olan bireycileştirme ve özne olmaktan çıkarma süreçlerine doğası itibarıyla karşıt öğeler içermektedir. Üstelik neo-liberal dünyanın “profesyonel sanatçıları”nın vurguladığının aksine amatörlük, bilmemek değil, estetik üretimi ruhuna uygun bir şekilde, yürekten, gönülden yapmak demektir. Zira sistemin dayattığı “uzmanlık” hali, estetik üretimin bizzat doğasına uygun değildir.
İçi Bilerek Boşaltılan Kavram: Amatörlük
Değerli arkadaşlar. Sözlüklerdeki «Amatör» kavramına bakarsak; para kazanma amacı olmayan, acemi, özençli, heveskâr gibi mesnetsiz açılımlarla karşılaşırız. Aynı sözlükler «profesyonel»i de; kazanç sağlama amacıyla bir işi, bir mesleği yapan, uzman kişi diye tanımlarlar.
Bir kere, para kazanma-kazanmama tartışması açılımı başlı başına düşüncesizlik ve bilinçsizliktir. «Amatör para kazanmaz!» Niye kazanmasın? (okul tiyatrolarından bahsetmiyorum!) Amatör bir sonraki oyunun dekoru ya da ışığı için dilencilik mi yapacak? Sistemin ve mesleğin Makyavelist dayatmalarıyla onursuz işlere mi yönelecek? Çalıp çırpacak mı? Amatör tiyatrocunun evet para beklentisi yoktur. Ama bu kazanmayacağı anlamına da gelmez.
Geçim derdini sağlama tasası olmadığı için ekonomik sorunlarla uğraşmaz amatör. Ve bu ona yeni özgürlük alanları açar. Yaratıcılığını geliştirir. Ekonomik manipülasyonlara boyun eğmeyeceği için, çalışma alanı artar. Seyircisi, ulaştığı çevre dinamikleşir-artar. Devam edelim: «Acemi, özençli, heveskâr vb.» Şimdi burada sormak gerekir: Bu tanımlar neye ve kime göredir? Örneğin ömrünün 40 yılında, dişini tırnağını esirgemeden amatör olarak çalışan, araştıran, sorgulayan, öğrenen birinin acemi olduğunu kim ve nasıl iddia edebilir?
Seyircisini ve kendini değiştirip yarının güzel, eşit, özgür dünyasını kurmaya çalışan, hayatını dramaturgiye, oyunculuğa, rejiye vermiş bir tiyatro emekçisine kim acemi diyebilir? Kavramları iyi kullanmak gerekir. Bizim gerçek amatörlerden öğrendiğimiz, ustalarımızın, ağabeylerimizin anlattığı amatör: "Aşkla yapan-Gönül bağıyla bağlanmış" demektir. İsteyen, sevendir amatör. Ve sevmek de, istemek de sözle olmaz. Emek vererek, âşık olarak, kendine, işine, toplumuna saygı duyarak olur.
Amatörlük bir seçimdir. Bir basamak değildir. Profesyonel olmanın merdiveni değildir amatörlük. Kötü ve insanı ahmaklaştıran dizilerde oynamak için kendini gösterme perdesi değildir. Kısa yoldan ünlü olma, bol paraya, şöhrete kavuşmanın yolu değildir. Reklâmlarda benliğini, sanatçı ahlâkını, mal satmanın bir aracı olarak kullanmak için geçilecek bir yol hiç değildir.
Tüm bunların dışındadır amatörlük. Seyirciyi değiştirme-dönüştürme çabasıdır. Ülkesini ve dünyayı sorgulatma, olanı biteni, yok sayılanı, üstü kapatılanı, velhasıl gerçeği anlamaya/anlatmaya çalışma işidir.
Doğal bir kaynaktır amatörlük. Halkların suyudur. İçtikçe, yaşadıkça geliştiren, gelişen... Hiçbir yere yaslanmadığı için ne kişilerin, ne kurumların, ne devletin güdümünde değildir. Olmamalıdır. Hiçbirinin sansürüne izin vermez. Bildiğini söyler. Özgürlüklerin evinde oturduğunu bilir ve ne sansürcülere ne de oto sansüre izin verir. Yiğitliktir Amatörlük... Ayaklarını sağlam basar, tanıklık eder. Eşitsizliğin üstüne gider. Demokrasi kültürünün tiyatrodaki belkemiğidir amatörlük. Özgürlükçü ve özerktir. Tüm bunlar değilse amatör de değildir. Tüm bunlar için çabalamıyorsa yoktur. Sıradandır. Hâlbuki feda eden olmalıdır. Ortaya koyan olmalıdır. İnsan için olan olmalıdır. Yeniliğiyle, deneyselliğiyle, sistem dışındalığıyla devrimcidir amatörlük. Olmalıdır. Karl Marks'ın bilim hakkında söylediği bir sözü affına/affınıza sığınarak sanat hakkında uyarlayıp söylemek istiyorum: «Sanat, kendimiz ve insanlık için çalışmaktır/yapmaktır. Sanat bencil bir zevk olmamalıdır. Sanat çalışmalarına kendilerini verme şansına sahip olanlar, bilgilerini ve yaşantılarını insanlığın emrine sunmakta birinci gelmelidirler.»
Sol ve Sanat
Burada tabi ki sol-sosyalist düşüncede ki olumsuz süreçten bahsetmeden geçmek olmaz. Özgür bir dünya kurma isteğiyle ideoloji ve politikaların belirlenmiş olması gereği ve gerçeği bu ayracı koymayı gerektirir. Evet, dramatik olan bir durumda sol düşüncenin sanata bakış çizgisinde yatmaktadır.
Devrim için sanatı herhangi bir yol/araç olarak görmekten tutunda, kültürel ve sanatsal muhalefeti hor görme, sanatı yok sayma seviyesizliğine kadar gidecek bir süreçle karşı karşıya bulunmaktadır.
Söylemde sanatın önemi büyüktür. Ama sadece söylemde, o kadar. Bunun için sol-sosyalist parti/çevrelerin yayın organlarına bakmak yeterlidir!.. (Özel çalışma yapan gurupları tenzih ediyorum) Buralarda bulunan tek tük yazılıp çizilmiş birkaç satırı «hani sanata-tiyatroya önem vermiyorduk?» diye savunacaklara sözümüz bulunmamaktadır... “Dost acı söyler” denmiştir.
Kültürel ve sanatsal muhalefet en az politik ve ekonomik mücadele kadar önemlidir. Bu kavranana kadar emekçi halklarla sağlıklı bir ilişki kurmanın yolu yoktur.
«Sanatı, kültürü oluşturanların», «yasaları koyanlardan» daha güçlü olduğu söylemi inkâr edilebilecek bir şey değildir. Bu önemli güç iyi kavranmalıdır.
Değerli okuyucu-dinleyiciler.. Tekrar ana konumuza dönüp toparlayacak olursak..
Umudun kaybedilmemesi gerekiyor..Piyasadan kurtulacağımız günler elbette gelecektir..
Tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak ve daha insanca-yaşanılır bir dünyada sanat için insanın “özne” olduğu bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor..Gücümüzün farkında olmalıyız..Estetik kirlenmeye ve kültürel yozlaşmaya karşı durabilirsek, ancak o zaman,ancak o zaman, insani bir hayata belki kavuşabiliriz..Piyasanın alçaltıcı ve insanın derinliklerine işleyen sistemine karşı durmak, yarınları hazırlamanın, çocuklarımıza daha yaşanılır bir dünya bırakmanın temel koşuludur.
Nereye baktığımız önemlidir ama daha da önemlisi nereden baktığımızdır..
Bu da duruşla olur..Duruş, kimliğimiz, karakterimizdir..Dünyaya olan faydamızdır aynı zamanda..Nazım Hikmet gibi, Bertold Brecht gibi, Vasıf Öngören gibi, Pablo Neruda gibi, Victor Jara gibi, Ruhi Su gibi......
Beni okuma-dinleme zahmetine girdiğiniz için hepinize teşekkür ederim…
Özgür Başkaya
Yararlanılan kaynaklar
1- Karl Marx “1844 El Yazmaları”
2- Ernst Fischer “Sanatın Gerekliliği”
3- Berrin Taş “Yozlaşma, şiir, tür bilinci”
4- Orhan Veli “Bütün şiirleri”
5- Nalân Çelik “Kültür Ve Sanatta Yozlaşma Ve İnsan Cinsi Sınıfları”
6- Mehmet Esatoğlu “Sanatçının Duruşu Sanatçı Etiği”
7- Cengi Gündoğdu “Taşkıran”
8- Cristopher Caudwell “Yanılsama ve Gerçeklik”
Not 1: Berrin Taş, Nalân Çelik, Mehmet Esatoğlu’nun yazıları Özgür Üniversite de, Özgür Başkaya koordinatörlüğünde verilen “Kültürel yozlaşma ve sanatçı etiği” isimli derste sunulan bildirilerdir.
Not 2: Bu metnin yazarının tiyatro yönetmeni olması, örneklerin de genelde tiyatro sanatının içinden verilmesine neden olmuştur. Alternatif sanat dallarından, konuya yapılacak katkı-tartışma, entelektüel ve sanatsal alanda büyük bir boşluğu doldurabilecektir.
Değerli dostum yazını okudum . Fazlasıyla iyi olmuş. Gerçekten bir sanatçının meramı bunda iyi anlatılamazdı. Özelikle amatörlüklele ilgili tanımlamalarına yüzde yüz katılıyorum. İyi çalışmalar.
YanıtlaSil