24 Temmuz 2009 Cuma

YAZILAR-4-

KUZGUN ACAR’IN DEĞERLİ ANISINA..

Tanımadığın birini yazmak zor iş..

Sadece yakınlık duyduğun..

Kendi mesleğinden olmayan ama bu işe de eli varmış büyük birini..

Kara tenli bir yontucuya yazmak..

Okuduklarının yetmediğini duyumsamak ama yazmak istemek, en azından tiyatrocu dostlarına hatırlatmak için..

Ve şimdi yazarken bulmak kendini...Zayıf bilgini görmek ama bunun bir hatırlama ve anma olduğu gerçeğiyle çok rahatsız olmamak..Heyecanına yenilmek belki de..Hayata bu denli sarılan bir heykeltıraşa yakın hissetmek kendini..Onuruyla yaşamış ve ömrünü emekten yana duruşuyla taçlandırmış olana..

Bir çığlık yollamak ona..Sanatında hep çığlık olan birine: Kuzgun Acar’a…

Adını hiç duymamış olanlarımız vardır, yaşamını merak edeceklerimiz: 1928 yılında İstanbul’da doğdu bu “kuzgun” adam..Libya’dan İstanbul’a göçmüş bir Habeş hanımefendinin oğludur. Hanımefendidir elbette Zehra hanım, ama işçi sınıfının içinde bir hanımefendi..Yoksulluğu tüm zorluklarıyla yaşamıştır bu anlamda Kuzgun Acar ve dünya görüşünün şekillenmesinde elbette önemli bir rol oynar bu.

Ticaret lisesinde okuyan Kuzgun , buradan Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümüne geçer ve “Hadi Bara” atölyesine girer.Hiç durmayan bir yapısı vardır..Çalışkanlığıyla girişkenliği yan yana olan biridir... Canlı, nükte dolu, Akdeniz sıcaklığında bir adam.

Akademiyi bitirdiğinde artık kendi deyimiyle “diplomalı bir heykeltıraş” olmuştur..Akademiyi inkar anlamlarına gelmez elbette bu sözler ; her yerin, hayatın her alanının bir sıçrama olduğunu düşünmüş biri için.. Akademiye değil düzene karşı biridir Kuzgun Acar..

Devrimci tavrını belirlemiş yetkin sanatçıların kendileriyle kurdukları eleştirel ve açılımlı çizgiyi bize öğretir gibi seslenmektedir Kuzgun Acar: “Önce kendi işimde devrimci olmaya uğraşıyorum.Kaçınılmaz bir şey bu.Ben kendi heykelimde bir şey beceremiyorsam bir yeni tad,bir yeni koku,bir yeni inanç koyamıyorsam,kime ne söyleyeceğim ki ben.

Paris Dünya Gençler Bienali birincilik ödülünü aldığında (1961) elbette yaşamındaki dönümlerden birini yaşamıştır..Burslu olarak Paris’te kalır bir yıl. Her ne kadar ödüllü sanatçımız ekonomik olarak hayatının rahat dönemlerinden birini geçirse de bu arada(çünkü Paris’in getirdiği ünle birçok yapıt talebi alır), yıl 1965’e vardığında Türkiye İşçi Partisine giren Kuzgun’a bakış değişir. Ve artık iş bulamaz hale gelir...Sermaye elini-eteğini çeker solcu yontucudan..Farklı işler yaparak hayatını kazanır Kuzgun Acar.. Balıkçılık,meyhane işleticiliği vs..

12 mart faşizminin heykeltıraşları bile vurduğunu anlatmaya gerek yok..Devrimci sanat anlayışı ile kendini yoğurmuş heykel işçileri elbette gireceklerdir Gayrettepe hücrelerine..

Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun(DİHT) masklarını yapan kim? Kuzgun acar..Sokak oyunları maskları bunlar..Amerikan Emperyalizmine dönemde karşı koyan önemli tiyatrolardan biridir DİHT ve onlarla beraber yürüyen çılgın bir yontucuları vardır artık..

Özgürlük Tiyatrosunun ünlü masklarını kim yaptı? Yıllar sonra Mehmet Ulusoy’un talebiyle Paris’e tekrar gider Kuzgun Acar ve Kafkas Tebeşir Dairesi oyununun masklarını yapar..140 adet olan bu maskların değerli yönetmenin arşivinde olduğu söylenmektedir..Tüm eserlerini büyük bir bonkörlükle dağıtan birinin eserlerinin fiyatlandırılması değil ama haraç mezat satılması ise insanı titretecek derecede öneme sahip ve acilen tartışmaya açılması gereken bir konudur: “İkinci Bahar Müzayedesi’nde en yüksek fiyata satılan eserler, Kuzgun Acar’ın 1975 - 76 sezonunda Paris’te sahnelenen “Kafkas Tebeşir Dairesi” adlı oyun için tasarladığı mask ile ahşap ve bronz heykelleri oldu. Mask ve heykeller, 50’şer bin YTL’ye alıcı buldu.” ( Milliyet 6 mayıs 2006-Aslı Onat)

“Ben mi heykel yonttum halk mı beni yonttu” sözleriyle toplum sanat ilişkisinin sanki desenini çizmiştir Kuzgun Acar..

E, siz bir yere varmışsınızdır.O halk sizi yontar zaten.Aslında bize heykeltraş diyorlar.Tamam doğru biz yontuyoruz bazı şeyleri,ama aslında bizi yontan sokaktan geçen adamdır.O hesabını sorar adamdan.Bu açık.Bunu o kadar uzun yıllardır,en azından bir 27 yıldır yaşadım.Ben bilmiyorum,ben mi heykel yonttum beni mi halk yonttu.Bunu bilemem ben.

Tüm sanatların “yaşam” sanatına hizmet ettiğinin farkındadır Kuzgun Acar. Sanatçının alnında ışığı ilk hisseden olmasıyla ilgilenmez o. Bunu esere geçirmeyle ve bunun nasılıyla ilgilenir.

Çok büyütülüyor aslında.Sanat,sanat,sanat........Ne oluyoruz ki yani.Hani bir adamın istanbul Ankara otobüsünü götürmesi herhalde benimkinden daha güç bir şey.Ben biraz dana kolay idare ediyorum.Ve ben onun heykelini yapmak istiyorum.Onun heykeli de,biraz sivri demir,biraz çelik sivriler, sivriler ve batıcılar ve bilmem ne,bilmem ne, bilmem ne..Onun heykelini yapmaya uğraşıyorum ve onun heykeli hareket.Onun heykeli azgınlık.Ben onu oturup da ayakta yapamam.Onun için figüratif çalışmıyorum.Onun için somut heykel yapmıyorum.Adamı zaptetmeye imkan yok.Adam fırtına.Adam kaçıyor.Saatte seksen kilometre yapıyor. Yüz kilometre yapıyor.Onun heykeli aslında sabit yapılamaz ki.Ben onun sadece hareketini yakalarım.Becerebiliyor muyum, o iddiada değilim.Ama ne yaptığımı biliyorum.O adamın,o fırtına adamın, o böyle otuzbeş yaşındayken ellibeş yaşında gösteren adamın heykeli.O soyut oluyor zaten.”

Aşağıdaki yazı tiyatromuzun afişlerini de hazırlayan Duygu Temur’a aittir.

Kuzgun Acar

1928 yılında İstanbul’da doğdu. 1933’te girdiği akademiden 1948’ de mezun oldu. Hadi Bara’nın etkisiyle daha öğrenciyken figürsüz, soyut çalışmalara yöneldi.

1961 yılında gittiği ve bir yıl kaldığı Paris’te yaptığı çalışmalarını, 1962 yılında Musse Darts sergiledi.

4 Şubat 1976’da geçirdiği beyin travması sonucu yaşamını yitirdi.

Kuzgun Acar’ın sanatını anlamaya çalışırken, heykelin temel sorunlarını algılayışını ve bu sorunları kökten değiştirişini ele almamız gerekir.

O dönemde batıda, o güne kadar kütle sanatı olarak ele alınan heykel, kütlenin parçalanışına yönelik yaklaşımlarla büyük değişimlere uğramıştı. Kübist ve Fütürist akımlar heykele, boşluk ve zaman sorunlarıyla ilişkili olarak kütlenin bütünlüğünü bozan ve ona dinamik bir anlayış kazanırdan yaklaşımlar heykele bakışı tümüyle değiştirdi. Heykel yapmak için çimento, teneke, cam, karton, tahta, demir, at kılı, deri, ayna, ve kinetik heykel için motor bile önerilen malzemeler arasındaydı. Bu malzemeler arasında metalin kullanımı giderek yaygınlaşırken, Konstrüktivistler heykelin dolu biçimlerin sanatı olduğu inanışını yıktı.

Kuzgun Acar heykeli, Maillol ve Despiau gibi kütle anlayışına bağlı hocaları kanalıyla öğrendi. Ancak çalışmaları kısa sürede farklı yöne kaydı. Akademide ilk yıl Belling’in öğrencisi olan Acar, daha sonra Zühtü Müritoğlu’nun atölyesinde çalışmış ve Bara atölyesinde öğrenciliğini sürdürmüştür.

Kuzgun Acar’ın yapmak istediği ve büyük başarı ( Paris Gençler Bienali Birinciliği) kazandığı heykel anlayışında, Akademi hocalarından çok, Akademi dışında edindiği sanat anlayışının etkili olduğu aşikardır. Bunu mektuplarında açık açık belirtir.

Acar heykelini soyut anlayışa odaklamıştır. Kütleyi kurmaz, tersine parçalar, kütleye karşı çalışır. Seçtiği malzemeler buna doğru orantılı olarak, teller, çiviler, demir kamalar, çalışma yöntemi ise kaynak yapmak, malzemeye malzeme katmaktır. Yani yontarak, eksilterek değil, ekleyerek, arttırarak çalışır. Heykelleri yer çekimine meydan okur, seçtiği malzemeler ağırlığı hafifletir, sertliği yumuşatır. Demir heykelleri boşluğa dağılıp yayılır, tüm ağırlıklarına rağmen boşlukta dans eder. Kaideleri ve sabit yönleri yoktur. Metal çiviler ve kamalar öyle yerleştirilmiştir ki karşısında sabit duramazsınız, baktığınız yöne doğru ilerledikçe heykelin etrafında 360 derecelik bir dönüş yaparsınız.

Kuzgun Acar’ın heykellerinde tekil bir birimin sistematik olarak çoğaltımına tanık oluruz.ancak bu sistem öyle ustaca oluşturulmuştur ki asla tek düzeliğe düşmez, sistemi altüst eden bir çeşitliliğe bürünür.O’nun heykellerinde kusursuz bir matematiksel bütünlük vardır. Ona göre heykel, dolulukların aktif, boşlukların pasif olduğu yüzeylerden oluşmamalıdır. Boşluk da biçimlendirilebilir. Kuzgun Acar’ın soyutlamalarının hareket noktası budur.

Acar, bütün olumsuz koşullara rağmen herhangi bir beklenti içine girmeden, inandığı gibi yapmıştır sanatını. Kafkas Tebeşir Dairesi için yaptığı masklar ondaki usta mizansenliği ve gündelik nesneleri kullanırken kullandığı cesur yaratıcılığını ortaya koymuştur.

Paris Gençler Bienali büyük ödülünü kazanarak dünya çapında bir başarı kazanan Acar, ne yazık ki ülkemizde aynı tepkiyi görmemiştir. Heykelleri sökülmüş, yok edilmiş, depolarda parçalanmış, projeleri kabul görmemiştir.

Kuzgun Acar, sınırsız yaratıcılığı ve zekasıyla Türk heykel sanatının en başarılı sanatçılarından biridir.

48 yaşında göremeden sevdikleri Kuzgun Acar’ı, beyin kanamasından gider bu sevdalandığı dünyadan..Kuzgun acarın ölümünden sonra büyük acılar çeker sevenleri..Ümit Denizer “bülbüle kurdum tuzak, bahtıma kuzgun çıktı” der. Geç bulduk erken yitirdik diye seslenir dostları..Antalya’da yaptığı Haşim İşcan anıtı şehre gelenleri selamlıyor şimdi..

Kuzgun Acar, tüm sanat dallarında, varolan insanlık dışı sisteme karşı durmamız gerektiğini bize öğreten önemli ve unutulmaması gereken bir yontucudur.Ümit Denizer’in tabiriyle “eski tüfek heykel işçisi”dir o..

Ölümünün otuz birinci yılında KUZGUN ACAR’I SAYGIYLA SELAMLIYORUZ…

ÖZGÜR BAŞKAYA – ÖZGÜR TİYATRO

04.02.2007

ÇOCUKLARDA KUZGUNU SEVERDİ…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder