14 Ekim 2009 Çarşamba

Kürt "Açılımı"na Dair Bildiri

Adıyla çağırmamak bir yalan söyleme yöntemidir...

07.10.2009


Kürt sorunu seksen yıllık bir tabuydu. Şimdilerde tabu olmaktan çıkmakta ve konuşulmakta ama yapılan konuşmaların, söylenen sözlerin reel bir karşılığı olup olmadığı hala tartışmalı.
Nitekim Temmuz ayının sonunda ‘Kürt açılımı denilene Ağustosun sonunda ‘demokratik açılım’ deniyordu, Eylül sonunda artık ‘huzur ve uzlaşı projesi’ deniyor... Eğer bir sorunu çözmek gibi samimi bir niyetiniz varsa, önce onu adıyla çağırmanız gerekir. Unutmamak gerekir ki, farklı biçimlerde ifade edilse de ‘açılım’ daha önce de gündeme gelmişti. Bir başbakan ‘Kürt realitesini tanıyoruz’ dedi, bir daha ağzına almadı, alamadı, bir başkası ‘AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçiyor’ dedi o da bir daha ağzına almadı, alamadı... Zira söylediklerinin reel bir karşılığı yoktu. Neden olmadığı rejimin niteliğiyle ilgili tartışmayı angaje ediyor. Zira, Türkiye’de hükümet olmak hükmetmek anlamına gelmiyor.


Kürt sorunu ulusal bir sorundur. Ezilen ulusun kendi kaderini tayın etmesi sorunudur. Ezilen ulusun kendi kaderini tayın etmesi de, gönüllü birlikte yaşamayı da, ayrılmayı da içerir. Kürtlerin ne istediğinin netleşmesi, iradenin ortaya çıkması, sınırsız bir tartışma ortamının sağlanmasını, ifade [düşünce] özgürlüğünün önündeki tüm engellerin ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bir sorunun nasıl çözüleceği, ne olduğundan bağımsız değildir. Kürt sorunu nedir? Kürt sorunu neden bir sorundur? Bu sorun günümüze kadar neden çözülmeden gelmiştir? Sorunu yaratan esas unsurlar nelerdir? Gibi temel sorular hiçbir zaman gündeme getirilmiyor, tartışma konusu yapılmıyor... Eğer orta yerdeki sorun, ulusal mahiyette bir sorunsa ki öyledir, onu demokratikleşme çerçevesinde çözmek mümkün değildir. Zira, demokratikleşmeyle Kürt sorununun çözümü arasındaki ilişkinin yönü demokratikleşmeden Kürt sorununa doğru değil, Kürt sorunundan demokratikleşmeye doğrudur. Başka türlü ifade etmek gerekirse, Kürt sorununun önceliği vardır. Bunun anlamı, ezilen bir halk olan Kürtlerin gasbedilmiş haklarının iadesi, demokratikleşme denilenin kapsadığı, kapsaması gerekenden başka/farklı şeyleri de içerir. Geçerli yaklaşım sorunun bireysel haklar temelinde çözüleceği şeklinde. Kürt sorununun çözümü doğrudan kolektif hakları içeriyor. Elbette kolektif haklarla bireysel haklar arasında bir çatışma söz konusu değildir.


Başbakan ve içişleri bakanı ne yapacaklarını değil, neyi yapmayacaklarını sayarak konuşmaya başlıyorlar... Cunta anayasasına dokunmadan seksen yıllık zihniyetle hesaplaşmadan sorunun çözüleceğine inanan var mı? Hala Kürtçe’nin bir dil olarak kabul edilmemesi demek, o dili konuşan halkın varlığının da inkâr edilmesi demektir. Böyle bir anlayışla sorun çözülebilir mi? Bu anlayışta ısrar devam ederse, Kürt çözümü, Türk çözümsüzlüğü olmaya devam edecektir. Kürt sorununun kaynağında, devletin inkâr, imha ve asimilasyon siyaseti vardır. Devlet Kürtlere doğal haklarını teslim ederek, bu politikadan, bu uygulamalardan geri adım atabilir. Kürtlerin ihtiyacı olan lütuf değil, haksızlığın giderilmesidir. Bunun da yolu doğrudan sorunun tarafı olanla, Kürtlerle, Kürt örgütleriyle, Kürtleri temsil eden kurum ve kişilerle görüşmekten geçiyor. Oysa hükümet Türk tarafıyla görüşmeyi yeğliyor...


Biz aşağıda imzası bulunanlar, her şeye rağmen ‘açılım’ denilenin olumlu bir gelişme olduğu düşüncesiyle, sorunun çözümüne dair görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmayı, etik ve entelektüel sorumluluğun bir gereği sayıyoruz:

Eğer sorun gerçekten çözülmek isteniyorsa,

1. Devlet öncelikle Kürt halkına yapılan tarihsel haksızlığı açıkça ifade etmeli, Kürt halkından özür dilemeli, özeleştiri yapmalı; seksen yıllık resmi ideoloji ve resmi tarihle hesaplaşmaya cesaret etmelidir;

2. Terör ve terörist söyleminden, ‘son terörist yok edilinceye kadar... dilinden uzaklaşılmalıdır;

3. ‘Biz kardeşiz’ ‘bin yıldır birlikte yaşıyoruz’, ‘din kardeşiyiz’ vb. söyleminin asıl amacı, Kürtlere doğal haklarını, insan olarak sahip oldukları haklarını, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarını vermemenin, ya da olabildiğince asgari düzeyde tutmanın gerekçesi yapılmak isteniyor. Bu yaklaşım terk edilmelidir;

4. İfade özgürlüğünün önündeki tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır.

5. Askeri operasyonlar durdurulmalıdır. PKK ateşkes ilan ettiğinde devlet ateşe devam ediyor. Böyle bir durumda PKK’ye silah bırak demenin bir kıymet-i harbiyesi olamaz;

6. Seksen yıllık dönemde ama asıl son 25 yılda öldürülen 40 bin insanın, yakılıp yıkılan 4 bin köyün, yerlerinden zorla sökülüp atılan 4 milyon insanın hesabı birilerinden sorulmalı, verilen zararlar ‘tazmin edilmeli’, koruculuk sistemine derhal son verilmelidir;

7. ‘Bir başka ulusu ezen ulus özgür olamaz’ ilkesinin bir gereği olarak, Kürtlerin özgürlüğünün Türklerin de özgürlüğü olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır;

8. Gerekli hale geldiğinde referandum seçeneği gündemde olmalıdır...

Unutulmaması gereken bir şey daha var: özgürlüğü için mücadele etmekte kararlı bir halkı yenmek mümkün değildir. Öyleyse işe sorulması gereken soruları gerektiği gibi sorarak, tartışılması gerekeni gerektiği gibi tartışarak, şeyleri adıyla çağırarak başlayabiliriz...

Saygılarımızla...


İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Mahmut Konuk, Sibel Özbudun, Temel Demirer, Ragıp Zarakolu, Sait Çetinoğlu, Babür Pınar, Ayhan Çınar, Paşa Öztürk, Engin Bayramoğlu, Oktay Etiman, İsmet Erdoğan, Özgür Başkaya, Yücel Demirer, Attila Tuygan, Deniz Zarakolu, Büşra Beste Önder, Hüseyin Taka, Hüseyin Gevher, Mehmet Özer, Recep Maraşlı, Cemil Gündoğan, Ahmet Önal, Adnan Caymaz, Ali İmren

imza için:
http://gercekinatcidir.blogspot.com/

8 Ekim 2009 Perşembe

CHE

CHE
ENTERNASYONALİZMİN DÜNYADAKİ EN GÜZEL ÖRNEKLERİNDEN..
CHE
İNSAN OLMAYI ÖĞRETEN..
CHE
YAKIŞIKLI, NAİF...
CHE
DÜNYADA SENİN GİBİ İNSANLARIN OLDUĞUNU VE OLACAĞINI HİSSETMEK BENİ UMUTLU KILIYOR..
CHE
9 EKİM 1967 İNSANLIĞIN KARA GÜNLERİNDEN BİRİ OLARAK TARİHTEKİ YERİNİ ALDI..
CHE
HİÇ GÖRMEDİĞİM ELLERİNİ SEVEREK SENİ HATIRLAMAYA ÖLÜNCEYE DEK DEVAM EDECEĞİM..

TÜRKİYELİ BİR İNSAN KARDEŞİN..

ÖZGÜR BAŞKAYA
www.ozgurtiyatro.org



Bolivyalı Küçük Asker

Bolivyalı küçük asker,
Bolivyalı küçük asker,
sırtında tüfeğin, gidiyorsun
tüfeğin Amerikan malı
tüfeğin Amerikan malı
Bolivyalı küçük asker
tüfeğin Amerikan malı.

Sinyor Barrientos verdi onu sana
Bolivyalı küçük asker
Mister Johnson’un armağanı
kardeşini vurman için
kardeşini vurman için
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurman için

Kim bu ölü, bilmiyor musun
Bolivyalı küçük asker?
Bu ölü Che Guevara,
Arjantinliydi Kübalıydı
Arjantinliydi Kübalıydı
Bolivyalı küçük asker
Arjantinliydi Kübalıydı.

En iyi dostundu senin,
Bolivyalı küçük asker
yoksulların dostuydu
doğudan dağlara kadar
doğudan dağlara kadar
Bolivyalı küçük asker
doğudan dağlara kadar.

Gitarım tepeden tırnağa
Bolivyalı küçük asker
yas tutuyor, ağlamıyor
ağlamak insan işi
ağlamak insan işi
Bolivyalı küçük asker
ağlamak insan işi.

Sırası değil ağlamanın
Bolivyalı küçük asker
ele mendil yakışmaz şimdi
ele tırpan yaraşır
ele tırpan yaraşır
Bolivyalı küçük asker
ele tırpan yaraşır.

Para veriyorlar sana
Bolivyalı küçük asker
alıp satıyorlar seni
bu iş zalimin işi
bu iş zalimin işi
Bolivyalı küçük asker
bu iş zalimin işi.

Vakti geldi uyanmanın
Bolivyalı küçük asker
dünya ayağa kalktı
erkenden doğdu güneş
erkenden doğdu güneş
Bolivyalı küçük asker
erkenden doğdu güneş.

Doğru yolu tutmaya bak
Bolivyalı küçük asker
kolay bir yol değil bu
kolay değil, düzgün değil
kolay değil, düzgün değil
Bolivyalı küçük asker
kolay değil, düzgün değil.

Şunu öğrenmen gerek
Bolivyalı küçük asker
kardeş dediğin vurulmaz
kardeşini vurmaz insan
kardeşini vurmaz insan
Bolivyalı küçük asker
kardeşini vurmaz insan.
Nicolas Guillen

28 Temmuz 2009 Salı

27 mart 2009 Dünya Tiyatro Günü basın açıklaması

www.ozgurtiyatro.org
sitesindeki görseller bölümüne tıklayıp yüksel caddesinde Özgür Tiyatro ve Tiyatrolar Birliği adına yazıp okuduğum basın açıklamasını izleyebilirsiniz..

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Oktay Arayıcı ve Toplumcu Tiyatro

Oktay Arayıcı ve Toplumcu Tiyatro

Tiyatro; biçimi-içeriğinin ayrılmaz bütünlüğü ve ulaşabildiği seyirciyle kurduğu alışverişle “toplumsallığı” her boyutuyla gözler önünde olan bir sanat alanıdır. Bu anlamda ülkenin içinde bulunduğu sosyal ekonomik ve kültürel koşullarla toplumbilimi yapılabileceğini varsaydığımız tiyatro sanatı arasında kopmaz bağlar olduğu bir gerçektir.
Tiyatro sanatının işleviyle, varolan toplumsal sistem ve yönetim biçiminin ilişkisi; ülkede verilen demokrasi ve sanat kültürünü oluşturma mücadelesinin bir parçasıdır. Toplumun demokrasi kültüründen, demokrasi kültürü oluşturma mücadelesinden etkilenen ve bu doğrultuda ürünler veren tiyatro aynı zamanda topluma geri dönerek onu etkiler ve toplumsal bir süreç olduğunu da kanıtlar.
1960’lı yıllarda Türkiye’de oluşan siyasi durum, 27 Mayıs 1960’ın getirdiği göreli özgürlük hali, ekonomik gelişme,kapitalizmin tüm kurumlarıyla ülkeyi etkisi altına alma süreci ve sol düşüncenin ideolojik-politik gelişimi tiyatro sanatını-sanatçılarını yoğunluklu olarak etkilemiştir. Ülkede tiyatro sanatı etkinliği nicelik olarak büyük bir gelişim göstermiş, bunun yanında yazarlar toplumcu ve sol içerikli oyunlar üretmişler ve bu perspektifte bir biçim anlayışı Avrupa da bulunan politik oyun örneklerinden de etkilenerek oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca geleneksel kaynaklardan yola çıkarak toplumcu nitelikte oyunlar yazan yazarlar da bu dönemde kendilerini göstermiş ve yarının Türk tiyatrosunun temel taşları olacak oyunlar üretmişlerdir.Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, Sermet Çağan, İsmet Küntay, Bilgesu Erenus , Haldun Taner vb.
27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli sebeplerle yönetime el koymasıyla ülkede varolan özgürlük, eşit bölüşüm, kültürel haklar gibi yaşamsal konularda; geçen döneme göre farklı bir süreç başlamıştır. 1961’deki yeni anayasayla üretime, yaratıma, özgür sanata doğru evirilen toplumsal süreç yeni bir yola girmiştir.
1960’ın hemen sonrasının ve 12 Mart 1971’e değin geçen sürecin, tiyatromuzun “Altın dönemi” diye nitelendirilmesinin nedenlerinin başında tiyatro topluluklarındaki nicel artış, toplulukların alternatif ve yeni denemeler yapması ve dünyaya açılıştır. Bu dönemde amatör-profesyonel topluluklar Brecht, Sartre, İonesco, Pinter gibi çağdaş yazarların oyunlarını sergilerler.
Kabare Tiyatroları, bulvar tiyatrolarının yanı sıra politik tiyatro toplulukları ve dönem sorunlarıyla ilgilenen topluluklar artarak çoğalır.
Ödenekli tiyatroların da bu gelişimden etkilenmemesi elbette mümkün olmaz. Değişimin ve yenilenmenin “eğer olumlu yöndeyse” önünde durulamayacağı gerçeği bunu zorunlu kılar.
Bu dönemde kurulmuş ve hâlâ faaliyetini sürdüren, toplumcu geleneği ile bir dönem seyirci kitlelerinin gözbebeği olmuş, önünde kuyrukları hiç bitmeyen ve oyunları “seyredilmezse olmaz” olan bir topluluk tiyatro hayatımıza girer: Ankara Sanat Tiyatrosu (AST). I. Arena Tiyatrosu’ndan türemiş ve bugün de perdelerini açmakta olan bir topluluktur… Ankara Sanat Tiyatrosu, I. Arena Topluluğunun da kurucusu-yöneticisi Asaf Çiğiltepe’nin önderliğinde kurulmuştur.
Ankara Sanat Tiyatrosunda 1970’li yıllara dek rol almış sanatçılardan birkaçı şunlardır: Asaf Çiğiltepe, Güner Sümer, Ayberk Çölok, Erol Demiröz, Savaş Dinçel, Genco Erkal, Oben Güney, Fikret Hakan, Şener Kökkaya, Oktay Sözbir vb. Tüm bu sanatçılar politik görüşleri ile sanatları arasında bağ kurmuş ve bu ilişkiyi seyirciye taşımaya çalışmışlardır. Yine bu dönemde kurulan Dost Oyucuları ve Ulvi Uraz Tiyatrosu, Halk Tiyatrosu, Halk Oyuncuları Birliği, Bakırköy Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Ankara Birliği Tiyatrosu vb. toplumcu tiyatro anlayışını benimseyen, bazıları birbirlerinden koparak oluşan topluluklar olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.
1960 sonrasında nicel olarak çok büyük olan artıştan talihsiz nasibini politik eğilimli tiyatrolar almışlardır. Baskılarla karşılaşmakta, saldırılara uğramaktadırlar. Bu devletin bizatihi uyguladığı zor’un dışında onun eli ve yönlendirmeleriyle oluşmuş bir süreç olarak karşımıza çıkar. Anlatılan yılların sonlarına doğru özel tiyatro topluluklarında dağılmalar, tiyatro salonlarında kapanmalar görülür.
İlerici-Toplumcu tiyatro topluluklarında ya da politik tiyatro topluluklarında ideolojik perspektiflerin keskinleşmesi ve politik tartışmaların artışıyla dağılmalar yaşanmaya başlanır.
Bu dağılmaların bir kısmı tiyatroyu bırakmayla sonuçlanmış diğer bir kısmı ise bölünüp farklı tiyatro denemelerine girişilmesini doğurmuştur. Tabi bu ayrışma estetik, bilimsel ve etik faaliyette sorunlara neden olmuş, güçsüzlük ortaya çıkmış ve verilen ürünlerde sorunları doğurmuştur. Herhangi bir örgütün aracı haline bile gelebilen tiyatro, sloganist ve derinliksiz bir hal alma durumunda kalabilmiştir.
12 Eylül 1980’e değin gelen bu kaotik ortamdan 12 Mart 1971 darbesinin kısıtlamalı sürecinin tiyatroya da etkisi elbette görülecektir. Demokrasi, özgürlük, eşitlik düşü hiç bitmese de tiyatrolar kapatılacak, oyuncular tutuklanacak ve tiyatroya saldırıldığı süreçler maalesef yaşanacaktır.

Türk Tiyatrosunun en önemli yazarlarından biridir Oktay Arayıcı. Geleneksel kaynakları kullanan ve bununla beraber epik tiyatro öğeleri de barındıran oyunlar yazan Oktay Arayıcı; sorgulayan, problemleri bulmaya, teşhis etmeye çalışan ve tiyatro alıcısının bu meseleleri vurgulayarak hayatına yön vermesini isteyen bir yazardır.
Tiyatroda yeni biçimler denemiş, bu denemelerinde hep açıkça bir düzen isteğini, yarattığı kişilerin sözlerinde ve izlenen olayın etkisinde göstermiştir. Yazdığı dört temel oyununda da denemelerini ilerici-toplumcu çizgisini sürdüren yazar. Az ama özenle yazmıştır

“1936 yılı 12 Şubatında Rize’de doğdum. Babam Nasrullah Arayıcı, eski bir kaptandı. Serüvenci yaşayışı yüzünden, uzun yıllar Karadeniz ve Akdeniz’de taşımacılık yaptığı motorunu, Patras’da satmış, baba ocağına dönmüştü. Annem Hikmet, eski ve yeni yazıyı bilen, iyi yetişmiş bir kadındı. Ben ailenin üçüncü ve son çocuğuyum.
Okul öncesi dönemden hatırladığım şeyler arasında, masal dinleme, (anlattırma)düşkünlüğüm vardır. Bu yüzden kış gecelerinde komşu evlerini dolanıp durmuşumdur. On yaşımdayken, kulak ağrısına neden olan bademciklerimin alınması için İstanbul’a gönderilince, Karagöz’ karşılaştım. Bu karşılaşma benim için ilginç ve etkili olmalı ki, iki yıl sonra evimizin bahçesinde perde kurup, arkadaşlarıma, komşularımıza Karagöz oynatacaktım.
Ortaokulda her ne kadar “iftihara geçen” bir öğrenciysem de okul kütüphanesindeki Milli Eğitim Bakanlığı Klasikleri, beni derslerden daha çok ilgilendiriyordu. Ortaokulu bitirdiğimde Rize’de lise yoktu. Ağabeyim Trabzon lisesinde okumaktaydı. Memuriyete kapılanmış babamın, ikimizi birden dışarıda okutabilecek gücü yoktu. Sorun o sırada Malatya’da bulunan bir memur akrabamızın yanına gönderilmemle çözüldü. (1950) Bu yolculuk ve Malatya’da geçirdiğim sekiz ay, beni Karadeniz’inkine pek benzemeyen Anadolu gerçeğiyle yüz yüze getirdi. Ertesi yıl, Rize’de Lise açılınca, öğrenimime bir yıl ara vererek ikinci sınıftan itibaren, orda devam ettim. O yıllar da, şiir ve hikâyeye yönelik kalem denemeleri yapmakta, okul gazetesini çıkarmakta, oyunlar sahnelemekteydim. Gene bu yıllarda, tatil aylarında, Çay Fabrikasında mevsimlik işçi olarak da çalışıyordum. Bu arada (1954)de iki arkadaşımla birlikte, pek uzun ömürlü olmayan “Bomba” adlı haftalık bir mizah gazetesi de çıkarmıştık.
1956’da liseyi (dört yıllık) bitirdim. O yıl İstanbul Üniversitesi İktisadi fakültesine girdim. Ve aynı üniversitenin Talebe Birliğine bağlı Gençlik Tiyatrosuna katıldım. Daha sonraki yıllarda, bu amatör tiyatroda yönetici oldum, yönetmenlik yaptım; toplulukla birlikte, yurt içinde ve dışında turnelere katıldım.
1960’da perdelik ilk oyunumu, Dışarıda Yağmur Var’ı yazdım; gençlik Tiyatrosunda sahneye koydum. 1961 Şubatında yüksek öğrenimimi tamamladım. Aynı yıl yazdığım bir film senaryosu Merkez Film Kontrolü Komisyonunca (resmi sansür kurulu) sakıncalı bulundu, onaylanmadı. Bu çalışmanın getirdiği rastlantısallıkla, sinemada, tek filmlik bir yapımcı serüveni yaşadım.
Nisan 1962-Mart 1964 arasında yedek subaylığımı yaptım.
1964, Cahit Atay’ın Sultan Selim adlı oyununa bağlı bir dramaturji çalışması niteliğini taşıyan ve o tarihte İzmit’te, Good Year lastik fabrikasındaki grevi içeren, Kondulu Hayriye adlı ön oyunum, İzmit Şehir Tiyatrosunda, seyirci önüne çıkarılma aşamasındayken, valilikçe yasaklandı.
1965–1966 yıllarında, Türkiye Milli Talebe Federasyonunca düzenlenen, Uluslararası Kültür Şenliklerini yönettim. Bu arada (1965) program yazarı olarak Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na girdim. 1981’e kadar hizmet gördüğüm bu kurumda, çeşitli programlara yapımcı imzası attım, yönetici sorumluluğu üstlendim, İzmir, Ankara, radyolarında program, İstanbul Radyosunda, Kültür, Eğitim müdürlükleri yaptım. Yasal dayanağını 1961 Anayasasından alan özerklik ve çağdaş bir yayın düzeni için çaba harcadım.
1969, Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası adlı “seyirlik komedya”yı yazdım.
1970’de Cumhuriyet gazetesinin açtığı, Ulusal Kurtuluş Konulu film senaryosu yarışmasında, İkinci Hedef adlı senaryomla Yunus Nadi ödülünü kazandım. (Bu ödül, Güngör Dilmen’in Anzevur adlı senaryosuyla paylaşılarak alınmıştır.)
1970 Semihe Buhara ile evlendim.
1970, Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası, TRT’nin açtığı yarışmada, jüri tarafından övgüye değer bulundu. Bu oyun, ertesi yıl, (1971) Ankara Sanat Tiyatrosunda, Ergin Orbey ‘in yönetiminde sahnelendi. Sıkıyönetimce yasaklandı. Ankara Sanatseverler Derneği ise, oyunu (Mikadonun Çöpleri) ile birlikte yılın en iyi oyunu seçerek (beni Melih Cevdet Anday’la ortaklaşa) ödüllendirdi. Aynı oyun 1974-75 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosunda da Başar Sabuncu yönetiminde sahnelenmiş, bir yıl süreyle afişte kalmıştır.
1972,1973 kabare türünde skeçler yazdım.
1974-1976 “seyirlik tragedya”: Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi’ni yazdım.
1977, Bir ortaoyunu denemesi: Rumuz Goncagül’ü yazdım.
1978, Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi, Devlet Tiyatrosunda Can Gürzap yönetiminde sahnelendi. Türk Dil Kurumu ve Avni Dilligil (yılın en iyi oyun yazarı) ödüllerini kazandı.
1978, televizyon için, At Gözlüğü adlı film senaryosunun yazdım bu senaryodan Yusuf Kurçenli yönetiminde çekilerek ekrana getirilen film, kamuoyunda geniş bir tartışma açtı. Kurçenli’nin filmi, TRT Muhabirleri Derneğince, yılın en başarılı yerli yapımı seçilerek ödüllendirildi.
1978–1979 yıllarında, Server Tanilli’nin yaşamından yola çıkarak, yakın geçmişin yaşanılmış olaylarını irdeleyen, Geçit adını verdiğim oyunumu yazdım. (Siyasal koşullar nedeniyle oynanmamaktadır.)
1981, Rumuz Goncagül, Rutkay Aziz yönetiminde, Ankara Sanat Tiyatrosunda sahnelendi. Sanat Kurumunca (Ankara Sanatseverler Derneği), yılın en iyi oyunu seçilerek ödüllendirildi.
1981, TRT’den uzaklaştırıldım. Devlet hizmetinden istifa ettim.
1982; Babalar adlı kabare oyununu yazdım.
Murat ve Zeynep adlarına iki çocuğum vardır.”
Oktay Arayıcı oyunlarında yaptığı eleştirel incelemeyi çağdaş değerlere dayandırır. Toplumsal yapılardaki geriliği yapıların nedenlerini kavratarak ve onu değiştirmeye çalışarak gösterir. Bu da çağının değerli yazarlarından olduğu gerçeğini gözler önüne serer.
Göstermeci biçimde oyunlar yazan Arayıcı’daki gerçeklik, yaşayan sorunlara eğilmesi ile ilgilidir. Geleneksel kaynaklardan yararlanırken ki bu özellikler “gelenekselden geleceğe Türk tiyatrosunun oluşturulmaya çalışılması” olarak tabir edilebilir. Günün sorunlarıyla ilgilenmesiyle gerçeklik olgusu öne çıkar.
Toplumcu bakış açısının çerçevesinde, göstermeci üslubun öne çıktığı, güncel ve politik olana
ilgi duyan yazar olarak Oktay Arayıcı; Geleneksel Türk Tiyatrosunun öz-biçim özellikleriyle, Brecht’in Epik-Diyalektik tiyatrosunun çizgilerinden yararlanarak “ULUSAL TÜRK TİYATROSU”nu oluşturma çabası içinde olmuştur. Bu elbette bir yazarın tek başına başarabileceği bir süreç değildir. Dönemin önemli yazarları değerlendirildiğinde (ki bu çalışmada üç yazar daha bulunmaktadır) böyle bir çalışmaya giriş süreci başlamış ama birçok nedenle arkasını gelmemiş olduğu görülür. İsmet Küntay’ın episodik oyun yapıları, Haldun Taner, Sermet Çağan ve Vasıf Öngören’in açık biçiminden yararlanan oyunları döneme damgasını vurmuş olsa da bu oluşamamıştır.

Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda (TMTF) görev alan Arayıcı’ya şenlik başkanlığı yaptığı dönemde amaçlarını sorduklarında verdiği yanıt evrensel dünyaya, gençliğe, insani değerlere bağlılığının bir simgesi olarak akıllara kazınmalıdır.
“Şenliğimizin amacı, ırk, ulus ve blok ayrımı yapmasızın bütün ülkelerin gençlerini fikir ve sanat akımlarının içinde bir araya getirerek uluslararası ilişkilerin geliştirilmesine ve uluslararası dünya anlayışına yardımcı olmaktır.”
Dünya barışına yönelik düşünceleri takdire şayan dahi olsa var olan iktidarlarla pek barışık yaşamaz Oktay Arayıcı: 1954’te çıkardıkları “Bomba” isimli mizahi dergi kapatılır ve 6 ay hapis cezasına çarptırılır. Neyse ki ceza tecil edilir! 1959 ylında yazdığı film senaryosu sansür engeline takılır! TMTF’de tüm başarılarına karşı görevden alınır! Cahit Atay’ın Sultan Gelin oyununa öndeyiş ve sondeyiş yazmıştır(Kondulu Hayriye), Ancak İzmit Belediye Tiyatrosu’nda sahnelenecek oyun seyirci karşısına çıkmadan yasaklanır! 1971–72 sezonunda AST’ta sahnelenen ve Ankara Sanat Severler Derneği’nin Yılın Ödülü’nü verdiği Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası oyunu sıkıyönetim tarafından yasaklanır.
1981 yılında Oktay Arayıcı ve 101 arkadaşı TRT’den uzaklaştırılır. Kendisine zorunlu olarak verilen görevden istifa eder. Tüm bu olumsuz durumlara rağmen çizgisinde asla vazgeçmez Oktay Arayıcı. Zorluklarla yaşamayı da bilir, üstüne gitmeyi de. Cengiz Gündoğdu ölümünden sonra yazdığı yazıda Arayıcı’nın Günay Akarsu için söylediklerini bu kez o ona söyler:
“Sen bir tiyatro adamıydın. Para için düşüncelerini satmadın. Eğilmedin. Bükülmedin. Güle güle Oktay Arayıcı.”


SEFERİ RAMAZAN BEY’İN NAFİLE DÜNYASI
Oktay Arayıcı’nın 1969 yılında yazdığı ve birçok tiyatro tarafından NAFİLE DÜNYA ismiyle oynanan oyun dönemin en önemli oyunlarından biridir. Oyundaki olaylar ve durumlar Komiser Ramazan’ın çevresinde gelişirken, yazar ülkenin içinde bulunduğu toplumsal, siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlara eğilir. Yazarın “Seyirlik Komedya” dediği eserin ilk sahnelenişindeki etki de dönem düşünüldüğünde ehemmiyet kazanmaktadır.
1971’de Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenen Seferi Ramazan Bey’in Nafile Dünyası metnin ve ilk sahneleniş biçiminin pek çok özelliği nedeniyle 70’li yılların en önemli sanat olaylarından biri olarak tiyatro tarihimize geçmiştir.
“Nafile Dünya, 12 Mart döneminin baskı ortamında, sıkıyönetim Kumandanlıkları’nca Ankara ve İzmir’de yasaklandıktan sonra Ankara Sanatseverler Derneği tarafından yılın oyunu seçildi.”
Ramazan Bey kendi değerleri içinde “iyi” olan biridir. Ona öğretilen değerlere sıkı sıkıya bağlıdır. Dış dünyadaki olup bitenle ilgilenmez pek. O inandığı iyi değerlere bakar. Bu değerleri sorgulamak gibi bir özelliği olmadığı gibi bu değerleri değişen toplumsal süreç içinde evriyemediği için zaman zaman trajikomik bir hale bile dönüşebilecektir.
Ramazan Komiser “idealist” kimliğiyle yolsuzluğa, rüşvete, adam kayırmaya karşı duruşuyla romantik bir tiptir. Romantik, saf ve eskide kalmış diye düşünürsek, Cervantes’in Mançalı Don Kihotesini aklımıza getirir hemen. Çevresini göremeyen, olayları çözemeyen ama değerleri uğruna hayatını veren, yel değirmenleriyle dövüşen…



BİR ÖLÜMÜN TOPLUMSAL ANATOMİSİ

Oktay Arayıcı 1969 yılından sonra (Nafile Dünyanın yazımı) 1974–1977 yılları arasında üstünde çalıştığı Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi isimli oyunu yazar. Oyun 1979 Türk Dil Kurumu Oyun Ödülü’nü kazanır. Nafile Dünya oyununu “seyirlik komedi” olarak değerlendiren yazar, bu oyununu da “seyirlik tragedya” olarak betimler.
1961 Anayasasının hazırlandığı süreçte geçen oyun öyküsünde, olası toprak reformunun ağalık sistemi üzerinde yarattığı tedirginlik ve panik ortamında işlenen bir cinayet anlatılmaktadır. İntihar süsü verilerek kapatılmış olayı yıllar sonra tekrar açarak araştıran üç araştırmacının, olayı yaşayan kişilerle konuşmaları oyunun birinci boyutunu; bu kişilerin (gerçek kişiler) dönemde yaptığı konuşmaların ses alıcısından verilmesi ikinci boyutunu ve oyuncuların bu kişileri canlandırmaları da oyunun üçüncü boyutunu oluşturur. Episodik geçişlerle oluşturulan oyunda göstermeci bir yaklaşım tercih edilmiştir. Köydeki sömürü düzenini sorgulayan Haydar’ın toprak ağası tarafından köylüleri uyandırmaması için öldürülmesi ve böylelikle sınıflar arası kavganın feodal yaşantıdaki süreci yazar tarafından vurgulanır.
“Oyun, köydeki sömürü düzeninin kendi çıkarına aykırı düşen insanları hiç acımadan yok edebileceği gerçeği üzerine kurulmuştur. Oyunda, geçmişte işlenen ve intihar olarak üstü kapatılan bir siyasal cinayet açığa çıkartılarak; bu cinayeti işleten sömürücü ve buyurgan düzenin temsilcilerini sorgulanmaktadır. Arayıcı, bu oyununda bir siyasal cinayet ekseninde; toprak ağalığından şeyhlik düzenine, evlilik kurumundan hukukun işleyişine ve adalet duygusunun zedelenmesine değin köyde yaşanan tüm çarpıklıkları geniş bir yelpaze içinde irdelemektedir.
“Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” geri dönüşlerle oluşturulmuş, episodlar arası bağlarda diyalektik bir birlik bulunduran, bu anlamda uzam birliğinden çok süreklilik arz eden, izleyiciyi değerlendirici-yön gösterici konuma sürükleyen bir oyundur. Tarihsizlik egemen değildir oyunda. Anadolu’da yaşanan toprak davası, kan davası, olumsuz görenekler, din istismarı gibi halen devam ettiğini gördüğümüz bir süreci karşımıza getirir. Bizden olanı bize anlatır Oktay Arayıcı. Devletin tutumuna eleştirel gözle bakan yazar büyük umutları besleyen 1961 Anayasasının da sorunların çözümlerine açılım sağlayamadığını vurgular.
Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi oyununa damgasını vuran temel olarak yazarın dünya görüşüdür. Sömürüye karşı, özgürlükçü ve eşitlikçi yazar; demokratik gelişimlerin önünün çıkar çevreleri ve onların güdümündeki yöneticiler tarafından kesildiğinin altını çizer. Köyde ya da şehirde her iki örgütlenmenin karşısında olanlar oyunda Haydar’ın da karşısında olmuşlardır. Çünkü Haydar bilinçlenmeye çalışan, okuyan, araştıran, şüphe eden ve sorgulayan kişi konumundadır. Dönemde “ilerici” olarak adlandırılan özellikler gösterenlerin çeşitli nedenlerle elemine edilmesine karşı yazar bu oyunu oluşturmuştur.
Bu yazarın gelenekten aldığı dersler ve yaşayan sorunları tiyatroya getirmesinin önemli ve anlamlı bir öğesidir. Oyun İçimizdendir. Yaşanılan gerçekliktedir. Topluma bir gösterme çabasıdır. Değiştirip dönüştüreceklere sordurtacağı soruları vardır Oktay Arayıcının.


RUMUZ GONCAGÜL
1977 yılında yazılan“Rumuz Goncagül, evlilik kurumuna toplumumuzun bakışını, küçük burjuva eksenli bir aile kurgusu içinde değerlendirir. İki insanın aşk, sevgi, saygı, dürüstlük, birliktelik vb. duygu ve düşünceleriyle oluşması özlenen ve beklenen evliliğin; ekonomik menfaatler, toplum baskısı, cinsel arzuların yaşanamaması vb. gibi dış etmenlerle kurulması ve belirli durumlarda bunun zorunluluğu oyunun komik ve üzünç yanlarını oluşturarak gözler önüne serer.
Yaşanan olayları oyunlarının eksenine alan yazarın, bu oyunda da gazete yoluyla evlenmeye çalışan insanları görmesi ve eğlenceli bir üslupla bu toplumsal yaraya parmak basması oyunun gücünü oluşturur

Bu oyunun en önemli özelliklerinden bir tanesi de, yaşayan gerçeklere önem veren yazarın, fiili bir denemeye başvurması ve gazeteye ilan vermesiyle olur. Böyle bir çağrıya gelen ″yaşayan mektuplar″ bu oyunun yazılmasında önemli bir yere sahip olmuş ve yaşam-oyun birlikteliğinde de özel bir konum oluşturmuştur.
Mektuplarda söylenen küçük ya da büyük yalanlar her ne kadar ilanı veren tarafından bir dereceye kadar absorbe edilebiliyor da olsa, gerçekle yapılan yüzleşmede enteresan, komik, saçma, sıkıcı, abartılı vb. birçok durum ve duygu ortaya çıkarken verilecek tepkilerde değişecektir. Sahnede yüz yüze gelince ortaya çıkan olaylar, öyküler, durumlar oyuna canlı bir hava katacak ama aynı zamanda insani olmayan sürecin farklı boyutlarının da bir bir ortaya çıkmasına neden olacaktır.
Oktay Arayıcı Rumuz Goncagül isimli oyunuyla 1981–82 Sanat Kurumu En Başarılı Yazar Ödülü’nü kazanır..
Tüm bu kadın-erkek ilişkileri, evlilik kurumundaki sorunlar vb.nin dışında oyunda, dış dünyadaki toplumsal kargaşa, işsizlik, kısa yoldan zengin olma hayalleri gibi ekonomik dengelere bağımlı, dönemin kültürel yapısını gösteren, yozlaşmanın tüm insani ilişkilere sirayet ettiği bir süreci göstermesi bakımından da önemli ve anlamlı bir oyundur Rumuz Goncagül.



TANİLLİ DOSYASI
Oktay Arayıcı’nın, Server Tanilli’nin gerçek yaşamı üzerine kurguladığı 1978–79 yıllarında yazdığı oyunudur. Siyasi nedenlerle oyun oynanamamıştır. Üniversite Öğretim Üyesi Server Tanilli’nin; bilimsel ahlakın birçoklarınca hiçe sayıldığı, korkunun galip geldiği, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin halkı zapturapt altına aldığı, toplumun depolitize edilmeye çalışıldığı bir dönemde, onurunu ve bilimsel etiği üst düzeyde tutuşu anlatılmaktadır. Hakkında açılan soruşturmalar, davalar, tutuklu-tutuksuz yargılanmalar, ihanetler, zorluklara karşı alnı açık, bildiği yolda yürüyen halktan yana bir bilim adamının gerçeği gün yüzüne çıkartma ve onu karartmak isteyenlere karşı haysiyetli davranma süreci oyunu oluşturur.
Objektiflikle taraf tutmanın ayırımını çok iyi kavramış yazar ve Tanilli, bilim adamının gerçeğin tarafında olması gerektiğini belirlemişlerdir. Bu anlamda insan için olan bilim, tüm insanlar için olmak durumundadır ve tüm insanlar için olmasını isteyenlerin yanındadır.
“bilimde objektiflik ve taraf tutması nedir? Önce bununla başlayalım. Bizde objektiflikle taraf tutmama birbirine karıştırılır. Bu karışıklık yalnız savcılık iddianamelerinde değil, politik hatta ekonomik çevrelerde de sıkça görülür. Bilimsel objektiflik, gerçekliği (realiteyi) olduğu gibi, subjektif önyargıların etkisinde kalmadan tespit etmektir. Taraf tutma ise başka bir şeydir. Bilim taraf tutar, bilim adamı taraf tutar. Ama kimin tarafını? Gerçeğin, doğruların tarafını. Bütün bilim tarihi, gerçeklerin, doğruların tespit edilmesi ve kabul ettirilmesi, yanlışların giderilmesi çabasının, bu uğurda verilen mücadelenin tarihi değil midir?”
Server Tanilli gibi bilim adamları insanlığın yolunu aydınlatmaktadır.
Üstüne eğilinmeye çalışılan bu dört oyunuyla Oktay Arayıcı, dünya görüşü doğrultusunda tüm düşsel ve sanatsal gücünü aktarmaya çalışmıştır. Her oyununda yeni denemelere girmiş, sistemi sorgulamış ve tiyatro izleyicilerine sorular sordurmaya çalışmıştır. Zorluklarla geçen hayatında kendi kulvarında, oyununu yazdığı “Server Tanilli” gibi yaşamıştır.
Ulusal tiyatroya ulaşmada Arayıcı insanı tanımak kadar, insana ulaşmada sanatın işlevini bilen bir yazardır. Nafile Dünya için hazırladığı yazısında şöyle der:
“İnsanın dünyayı tanıması, bilmesi için gereklidir sanat
İnsanın kendini değiştirmesi için gereklidir sanat
İnsanın dünyayı değiştirmesi için gereklidir sanat.
Ve bu gereklerin hepsiyle yükümlü ve ereklidir sanat”.
Sonra şöyle devam eder:
“Biz sanatı öyle anlıyoruz. Amaçladığımız insandır. Etli, kanlı, canlı bir insan. Bu önce bastığımız toprağın insanıdır elbette. Ve iyi yakalayabildiğimiz takdirde yolumuzun, onun neslinin aslında gideceğine inanmışızdır. Yani kendi insanımızdan somut evrensel insana. Yani yerli özden çağdaş evrensele…”
Çağına tanıklık eden toplumcu bir yazar olarak Oktay Arayıcı, kişilikli bir ulusal tiyatro için çok çaba sarf etmiş ve kısa yaşamında üzerine düşen görevi layığı ile yerine getirmiştir. Bizden olan oyunları gibi yaşamı da bizden olmuştur.
Can Yücel’in yazdığı şiir bunun genel göstergelerinden biridir.
“OKTAY ARAYICI’YA
Bir arayıcı fişeğiydi Oktay
Çaktıkça karanlığın çalplarına karşı
Tanyerleri gösterdi bize yer yer
Ve perde perde
Ayak götürürken şimdi sahnemizden
Allah değil, bizcileyin Allahlıklar
Razı olsun kendisinden
Bir solukta oyun bitti
Bir SOL daha anahtarken
Gürleyip güme gitti
Biz ne zaman kilit olacağız ki?”

Not: Bu yazı yazarın yüksek lisans tezinden derlenmiştir..

TİYATRO TÖS

TİYATRO TÖS

(Türkiye Öğretmenler Sendikası Tiyatrosu) ve Sermet Çağan

1966 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) bir tiyatro kurma kararı alır. Bu sendikaların tiyatroya yaklaşımları adına çok önemli bir gelişimdir. Bu önemli gelişimin özel bir yanı ise 270 sendika şubesini, yani tüm Türkiye’yi dolaştırma kararı almış olmasında yatar. Bu dönem için ve hatta şu an bile inanılmaz önemli bir olaydır, girişimdir, çabadır. Tiyatronun yararını,gereğini anlamış bu sendikanın kurduğu tiyatronun başında Sermet Çağan vardır..

Değerli yazarımız Aziz Nesin şu değerlendirmeyi yapar: “ TÖS Tiyatrosu Hoca’nın göle maya vurması gibi bir semboldür. Onun dışında başka bir şey değildir. Sermet de bu işe başlarken, ben başlarkenki düşüncelerini bilmiyorum ama başladıktan kısa bir süre sonra Ören’e gidip görmüştük, o zaman konuşmuştuk; işin sürmeyeceğini ama buna başlamak gerektiğini biliyordu, inanıyordu. Başlama biçimi bir işin uzun sürüp sürmeyeceğini gösterir. Yalnız şu vardı ki bir birikim yapacaktı. Öyle umduk, ben de öyle umdum. Bundan sonra sendikalar tiyatro kurmaya daha esaslı yönden atılabilirler. Gene de bu atılımı birikim sayıyorum. Aradan zaman geçse bile sendikalar er geç bu yola döküleceklerdir. Sermet de bunu sanıyorum başlangıçta düşündü”.

Tiyatro TÖS’ ün önemli özelliklerinden biri de, sendikanın örgütlü bulunduğu tüm merkezlere turne yapmayı planlaması ve denemesidir. Böylece tiyatro iki-üç kentin hegemonyasından kurtulacak ve geniş halk yığınlarını yönlendirebilecektir. Tiyatronun öğretim işlevi de eğlendirme işleviyle birlikte, belki hiç tiyatro görmemiş, belki de olumsuz örneklere tanık olmuş Anadolu insanına başka bir bakışı da kazandırmış olacaktır.

Önemli tiyatro insanımız “oyun” dergisinin özel sayılarından birinde şu tespiti yapar. “(…) Bir yere bağlanıp kalmak yerine uzun süreli bilgileri tercih etmektir. Bir kentin sınırları içine tutuklanmış tiyatronun ne denli olumlu olursa olsun, dar bir çevre dışına yarar sağlayamayacağı açıktır. Oysa şimdiye değin tiyatro görmemiş ya da tiyatro adı altında uyduruk toplulukları göre göre, duya duya tiyatroyu yanlış tanımış çoğunluğun ayağına gitmek, Türkiye ölçüsünde yararlı olmayı düşünmenin ilk ve gerekli koşuludur. Demek ki, gezerek eğitmek yöntemini seçtikleri için, bu kuruluşlardan verimli sonuçlar bekleyebiliriz.”

Tiyatronun yönetimine atanan Sermet Çağan 270 şubeye 17 soruluk anket yollamıştır. Bunun amacı turneye çıkmayı amaçlayan TÖS Tiyatrosunun karşılaşacağı durumları öğrenmeye çalışmak ve yapılan etkinliği başarıya ulaştırmaktır. İlk planda altmış civarında geri bildirim alır ki bu dörtte birden bile az bir sayıdır. Yine de; öncelikleri belirlemek, gidilecek mekân hakkında bilgi edinmek, ekonomik koşulları, salon kiraları, belediye vergisinin maliyeti, ilan masrafları ve bilet ücretleri, yemek ve yatak organizasyonlarının durumu, bölgeye ne zaman turne yapılabileceği, iklim koşulları vb. gibi teknik soruların yanıtlarını almayı amaçlamaktadır.. Ayrıca bölgeye hangi tiyatroların daha önce gittiği, başarı oranları ve bölgenin sevdiği-sevmediği türlerin neler olduğu ile ilgili direk tiyatroyu ilgilendiren sorular da vardır. Bölgede tiyatro denemelerinin olup olmadığı, sendikaya kayıtlı tiyatro yazarının var olup olmadığı gibi sorular da yapılan çalışmanın nitel olarak önemini göstermesi bakımından önemlidir.

Tahir Alangu ankete verilen yanıtları değerlendirirken aynı zamanda bu anketin önemi üzerinde de durur: “Sermet Çağan bütün yaz boyunca bu işe koşulmuş, ekibini kurup repertuarını hazırlarken, bir yandan da TÖS’ün (Türkiye Öğretmenler Sendikası) bütün Türkiye’ye yayılmış 270 şubesine yolladığı 17 soruluk bir anketle sendikanın bu öncü tiyatro hareketini destekleme olanaklarının gerçek durumunu araştırmağa girişmişti. Ancak bir aydır yürütülmesine çalışılan bu ankete şimdiye kadar gelen cevaplar (Eylül başı) 62 tane olduğuna göre şubelerin dörtte üçünden henüz cevap alınamamıştır. Bu cevaplardan sendika bölgelerinde bir öncü-gezginci tiyatronun bütün olanakları belirmiş sayılabilir. Biz de şimdiye kadar bu anlamda geniş, gerçeklere ve amaçlara yönelmiş bir anket yapılmadığını da burada belirtmeliyiz.”

TÖS’ün bir sendika tiyatrosu olması da, oyuncuların özlük hakları için özel bir örnek teşkil etmiştir. Olması gerekene yaklaşmak adına yapılan çalışmaların önemi geleceğe örnek olmak adına da mühimdir. Sanatta istemli yada istemsiz sömürüye karşı bir duruşu olan TÖS deneyi için şu görüşleri ortaya atar Günay Akarsu:

“Sermet Çağan, hazırlanan tüzüğe uygun olarak, tiyatronun oyuncu ve teknik elemanlarıyla anlaşmalar yaptı. Burada biraz durmak yerinde olacak Devlet Tiyatroları ve Belediye Tiyatroları dışında özel tiyatrolarda oyuncular ve teknik elemanlar, kendi hakları için yeterince çalışmadıkları, bir sendika çevresinde bilinçli olarak toplanamadıkları için, hiçbir zaman güvenli bir çalışma düzenine kavuşamamışlardır. Birçok oyuncu her tiyatro mevsimi başında işsiz kalmış, hiçbir neden gösterilmeden tiyatrodan çıkarılmış, (yani sözleşmesi yenilenmemiş), hatta bazı oyuncular hiç sözleşmesiz çalıştıkları için mevsim ortasında açıkta kalmışlardır. Özel tiyatrocularımızın kişiliğine bağlı kalmıştır hep, tiyatrocuların geleceği. Tiyatro TÖS bu anlamda bir özel tiyatro olmadığı emeğin karşılığını tam olarak sağlamakla yükümlü bir kurumun, bir sendikanın tiyatrosu olduğu için bu alanda da örnek bir tutumla işe başlamış; topluluğun her elemanıyla, hiç değilse bir yıl için sağlam anlaşmalar yapmıştır. Bu da yerinde bir davranıştır.”

Tiyatro TÖS’ün kuruluşunu gerçekleştiren “Türkiye Öğretmenler Sendikası”nın Genel Başkanı büyük edebiyat adamımız, ünlü romancı Fakir Baykurt’tur. “İlk Sendika Tiyatrosunu Kurarken” isimli yazısında süreci -oyun dergisinin eğitici ve gezici tiyatrolar özel sayısı- şöyle değerlendirmiştir:

“‹Türkiye Öğretmenler Sendikası› olarak, bu büyük davayı bir ucundan tutup Türk toplumuna küçük bir “kültür hizmeti” yapmayı düşündük. Fazla geniş olmayan olanaklarımızı, bir ülkücü yönetmen ve sanatçı ekibiyle sendikamızın tiyatrosunu, yani “TİYATRO TÖS”ü kurduk.

TİYATRO TÖS bir gezici tiyatrodur. Yılın on bir ayında, Türkiye’yi yol yol, bölge bölge gezerek, kültür merkezlerinden uzak il ve ilçelerde ve fırsat buldukça yol üstündeki köylerde 231 temsil verecektir. Program dışı matinelerle bu sayı biraz daha yükseltilecektir. Bir yıl içinde sadece iki oyun sunulacaktır. İlk oyun, geçen yıl Ankara’da uzun süre oynayan ve çok sevilen “Ayak Bacak Fabrikası”dır. Oyunun yazarı sayın Sermet Çağan aynı zamanda TİYATRO TÖS’ün yönetmenidir.

Bu birinci yıl bizim düşündüğümüz hizmetin ilk basamağıdır. Bir yıl içinde çok tecrübe kazanacağımızı, koşullarımızı ve olanaklarımızı daha iyi öğreneceğimizi umuyoruz. İkinci yıl, daha iyi düzenlenmiş bir kültür hizmetine girişeceğiz. Ekip ve oyun sayısını yükselterek, TİYATRO TÖS’ün dört beş koldan dolaşmasını sağlayacağız.

TİYATRO TÖS, Sendikamızın sadece Genel Merkezinden gelme bir iş değildir. Bu iş düzenlenirken il ve ilçelerdeki şubelerimizle, geniş yazışmalar yapılmış, toplantı ve seminerlerimizde konu tartışılmış, böylece TİYATRO TÖS, Şubelerin ve Genel Merkezin ortaklaşa yürüteceği bir “kültürel organizasyon” haline getirilmiştir. Ekipteki sanatçılarla olan ilişkilerimizde basit bir çalışan çalıştıran ilişkisi değildir, ondan daha ileride, iki ülkücü kütlenin, sanatçıların ve öğretmenlerin işbirliğine dayanan arkadaşça bir ilişkidir. Onlar büyük merkezlerdeki işlerini ve ailelerini bırakarak, çok az insanın katlanabileceği, yazlı kışlı on bir aylık çetin bir yolculuğa çıkmaktadırlar. Zorluklarla dolu olan bu yolculuğu bitirdikleri zaman bizim kendilerine verebileceğimiz, sadece bir aylık tatildir. Ama onların öğretmenlere ve Türk toplumuna yapacakları hizmet bundan kat kat fazladır. Başarıya ulaştığı zaman övüncünü beraber bölüşeceğimiz bu işin asıl yükünü onlar çekeceklerdir. Böylece bir yandan büyük merkezlere sıkışıp kalmış sanatçılara, sanatçı olacak çocuklara, bir yandan da büyük aydınlara çok anlamlı bir örnek vermektedirler. Yarın kendilerini saygı ile kutlayacağımız günü sabırsızlıkla beklemekteyim.

TİYATRO TÖS’ü kurarken bizim iki amacımız vardır. Birincisi, 624 sayılı “Devlet Personeli Sendikaları Kanunu” ile kendi tüzüğümüzde yazılı kültür hizmetlerinden birini gerçekleştirmek; yani kültür merkezlerinden uzakta çalışan öğretmen üyelerimize ve onlarla beraber yaşayan halkımıza en tatlı kültür nimetlerinden biri olan tiyatroyu götürmek, böylece onların gelişmesine, Michelet’in dediği gibi, “gençleşmesine”, “yenileşmesine”, birbirleriyle kaynaşmasına, onların birbirlerini daha çok sevmesine yardım etmektir.

İkincisi, sahip olduğumuz sendikacılık anlayışını toplum içinde tanıtmaktır. Bilindiği gibi sendikalar, sosyal ve ekonomik hak savaşı yapan meslek birlikleridir. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için Hukuk Servisi kurarlar, <ekonomik teşebbüsler>e girişirler. Bunlardan başka sendikalar, kültürel ve politik etkinliklerde de bulunurlar. Dar anlamdaki aktif politika bizim sendikalarımız için yasaklanmıştır. Ama mesleki, ekonomik ve kültüre etkinliklerimiz için 624 sayılı kanun, geniş ve açık hükümler taşımaktadır. Biz sendikaların, sadece mesleki hakları tartışan, başka sorunlara dokunmayan, başka hizmetlere katılmayan, kendine dönük, hatta kapalı kuruluşlar olmasını istemiyoruz. Sendikalar, üyeleri için olduğu kadar, toplum için de yararlı olacak kültür hizmetlerine omuz vermelidir. Özellikle işçi sendikalarının çok yakın bir gelecekte, bu alanda da kıpırdamaya başlayacaklarını umuyorum.

TİYATRO TÖS, tasarladığı amaca ulaştığı zaman, hem öğretmen üyelerine ve topluma hizmet etmiş, hem de öteki sendikalara bir <örnek> vermiş olacaktır. Çok yakında bizim üretim ve yardımlaşma kooperatiflerimiz, kitap klüplerimiz, araştırma ve yayın servislerimiz, pansiyon ve kamplarımız çalışmaya başlayacaktır. Bunlar arasında <TİYATRO TÖS> en <makbule geçen> bir hizmetimiz olacaktır. Bu hizmet küçüktür, ama bir el ile bu kadar olur, el ele verip birleşelim, hizmeti toplumun ihtiyacına yetecek kadar büyütebiliriz.”

Şimdi de sözü ustaya verme zamanı gelmiştir Tiyatro TÖS hakkında. Sermet Çağan ile röportaj yapan Hayati Asılyazıcı ona birçok sorunun yanında tiyatronun kuruluş amacını, repertuarı ve kadroyu sorar:

Soru: TÖS’ün kuruluş amacı nedir?

Cevap: Amaç ortada. Yıllardır süslü masa başlarında, zengin içki sofralarında, evcilik oyunu türünden düzenlenen açık oturumlarda şatafatlı, tumturaklı sözcüklerle edebiyatını yaptığımız tiyatroyu halka götürmek. Evet, tiyatroyu halka götürmek. Hem de salt tiyatro olarak. Başaracak mıyız bu işi, başaramayacak mıyız? İşi hamasi meydan söylevine dökmeden, eyleme bırakalım. (…)

Soru: Repertuarınızı ve kadroyu açıklar mısınız?

Cevap: Biliyorsunuz, sayın sendika yöneticilerinin ve üyelerden büyük çoğunluğunun kararı ile ilk oyun <Ayak-Bacak Fabrikası>. İkinci oyun için elimizde yerli ve yabancı, özellikle son yıllarda büyük gelişme gösteren Polonya tiyatrosundan oyunlar, denemeler var. Kadroyu daha yeni kurduğum için ikinci oyunun seçiminde acele etmedim. Arkadaşlarıma danışıp onların ve sayın sendika üyelerinin kararı ile bundan sonraki işlerimizi halletme yoluna gideceğiz.

Kadromuz şu değerli kişilerden kurulu:

Obey Güney, Aydın Engin, Şener Demir ve Korman Erdinç (AST’ dan), Aydın Engin (G. Sururi-E. Cezzar Topluluğundan), Daver Yüken (G. Özcan-G. Ülkü Tiyatrosundan), Demircan Türkdoğan, Hayri Eroğlu, Ali Özgentürk, Hikmet Karagöz (Arena Tiyatrosundan), Selçuk Uluergüven (Ankara Meydan Sahnesinden), Faik Sinkil (Gençlik Tiyatrosundan), Savaş Yurttaş (Genar Tiyatrosundan), Meray Ülgen, Sema Öner (Amatör Deneme Tiyatrolarından) ve uzun süre Piccolo Theater, Berliner Ensemble’da öğrenim görmüş ve Planchon ile çalışmalar yapmış olan Mehmet Ulusoy, Müzikçiler ve idari kadromz, Ali Ersoy, Doğan Kuyulu’dan kurulu.

Yol boyunca ve gittiğimiz yerlerde tiyatro içi teorik ve pratik çalışmalar yapmayı tasarlıyoruz. Gittiğimiz yerlere tanınmış yazar, rejisör, oyuncu ve düşünürleri çağırarak konferanslar, açık oturumlar düzenliyeceğiz.”

Tiyatro TÖS deneyimi çok önemli ve yolumuzu aydınlatan bir deneyimdir. Yanlışlarını görmek ve tekrarlamamak, güzelliklerini günümüze uyarlamak, amaçlarını irdeleyip tarihten dersler çıkarmak ve tiyatro sanatını önemsediğini iddia eden tüm ilerici sendikal kuruluşları buna zorlamaya çalışmak görevlerimiz arasındadır. TİYATRO TÖS deneyimi sendikaların görevi ve sorumluluklarına da önemli bir göstergedir. Fakir Baykurt gibi sendika yöneticileri bir zamanlar nasıl var idiyse bundan sonrada elbette yine var olacaklardır. Ayak Bacak Fabrikası gibi iyi ve insanımızı ilgilendiren oyunlar yazmalı ve Sermet Çağan gibi onurlu ve duruşlu tiyatro yönetimine sahip olmalıyız. Estetik kaygımız, duruşumuz ve sorumluluğumuz bunu gerektirmektedir.

Yeniyi oluşturmak için eskiyi iyi bilmeli ve değerlerimize sahip çıkmalıyız..

TÖS yarınları kurmamızda önemli bir deneydir..unutmamalı,unutturmamalıyız..

Özgür Başkaya

Not: Bu yazı yazarın yüksek lisans tezi baz alınarak hazırlanmıştır..

YASAKLANAN ÇOCUK OYUNU…ÖZGÜRLÜK..VE BÖYLE DEVAM EDERSE…

YASAKLANAN ÇOCUK OYUNU…ÖZGÜRLÜK..VE BÖYLE DEVAM EDERSE…

15-16 kasım 2006 tarihlerinde Edirne ve Keşan da yasaklanan, Yılmaz Onay’ın yazdığı , benim yönettiğim , Ankara Ekin Tiyatrosu kapsamındaki Karınca Çocuk Tiyatrosu tarafından sahnelenen “Şarkılarımız Yaşasın” adlı çocuk oyunu hakkında ; olayı anlayamamak nedeniyle dilimin tutulması veya şaşkınlığımdan diyelim , iki haftadır herhangi bir şey söyleyemedim ve yazamadım..

21.yy’da oyun yasaklanabilmesi akla havsalaya sığmayacak bir durumdur..Gerekçesi ne olursa olsun (ki yıllarını çocuk draması ve tiyatrosuna vermiş , eğitim fakültesinde yüksek lisans yapmış biri olarak bahsedilen eğitsel kaygılar dan biraz anlarım ) tekrarlıyorum gerekçesi ne olursa olsun sanat eserleri, edebi eserler yasaklanamaz.Tiyatro sanatı düşünülürse “SAHNEDE İŞLENECEK SUÇ YOKTUR. OLAMAZ..”
Düşünce özgürlüğü denilen şey : düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğüdür. Bu : yazarlar için dergi kitap broşür vb..yazmak , diğer sanat insanları için de eserlerini sergilemek yani kendini ifade etmektir.
Burada tartışmak yersizdir. İnsanlar düşüncelerini özgürce ifade edemiyorlarsa , bunu yasaklayanlara karşı savaşmak dışında, hiçbir şeyleri yoktur artık hayatlarında.. Çünkü ifade özgürlüğü yaşama özgürlüğünün ta kendisidir. İfade özgürlüğü yoksa, beyinler aç -susuz kalmış, tarumar olmuş demektir.

2006 yılının bu sona yaklaşılan günlerinde Türkiye de, oyunla öğrenen çocuğun düşünmesine, estetik kaygılar duymasına , çok yönlü bakma yetisinin geliştirilmesine darbe vurulmuştur. Sanata yaklaşmasının, tiyatroya gitmesinin bu anlamda oyunun önü kesilmiştir.

Oyunla kendini gerçekleştiren çocuk,izleyeceği çocuk oyunlarıyla temel insani değerleri kavrayacak ve sorgulayan bir birey olarak gelişecektir ki, buna izin verilmemiştir.Çocuğun eğlenmesine izin verilmemiştir.İnsan olmak öğrenilen bir şeydir.İnsan olmayı öğrenmenin bir yolu da tiyatrodur,sanattır..Tiyatroyu yasaklamak; yarının özgüvenli toplumunun oluşumunu , çağdaş ve çağcıl bireyler yetişmesini , eşitlikçi-özgür bir dünyanın kuruluşunu engellemektir.Demokrasiye en büyük darbeyi vurmaktır.
Tiyatroyu yasaklamak insana ihanettir.İhanetin sahibi hainler olacağına göre , tiyatroyu yasaklayanlar ve bu yasağın arkasında duran onların yöneticileri insanlığın hainleridirler.Hainlik teşhir edilmeli ve hainler toplum önünde hak ettikleri cezayı almalıdırlar.

Türkiye karanlıkların evi haline getirilmektedir.Halbuki Anadolu renkliliğin , ışığın , tür bilincine sahip insanın evi olmalıdır..Yaşanılan süreçte ,oyunun yönetmeni olarak beni gerçekten kaygılandıran ise ,tiyatro camiasının ve duyarlı olduğuna inandığımız tiyatro severlerin tepkisizliğidir. (Bu konuda hassasiyetini göstermiş kişileri tenzih ederim)
Bu büyük çoğunluğu oluşturmaktadır maalesef.

Tiyatro yasaklarına karşı mücadele etmeyen tiyatro insanı, ne için tiyatro yaptığını sorgulamalıdır.Bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetiyle hareket eden ey meslektaşlarım..Bakarsınız ki bir gün yılan kapınızdan içeri girmekte..Ve eğer kimse kalmamışsa etrafınızda, size destek olacak- yardım elini uzatacak..Bilin ki, yılan siz birlik olmadığınız için onları sokup öldürdü..Yalnızsınız artık..Bunun suçunu kimsede aramayın. Suçlu siz kendinizsiniz..


Bir çocuk oyununun yasaklanmasında haber değeri bulmayan ey yüce Türk medyası.. (İlgilenen,duyuran sesimiz olmaya çalışanları tenzih ederim.) Nerede senin meslek ahlakın..Nerede kaldı deontoloji..Çocuklarınız tiyatroya gidemeyecek bir süre sonra..Ve nedenini sorarsa sana ,bil ki sen yazmadığın,duyurmadığın,muhalefet etmediğin içindir.
O zaman ne cevap vereceksin..Yüzün kızarmayacak mı?
Gün gelir o yılan senide bulur..
O zaman anlasan da iş işten geçmiştir artık..Yazının bittiği ,gazetelerin yasaklandığı yakın günleri de mi hatırlamazsın? Yazık…

Adına üniversite denen ticarethanelerden beklentimizin kalmadığı ise açıktır..Ama o zaman halkı uyutmayı bırakın..Üniversite sanat-bilim kuruluşudur gibi teraneleriniz, yetiştirdiğiniz diplomalı cahilleri kandırıyor ancak..Yok eğer biraz üniversal değeriniz- onurunuz varsa ,
21. yüzyılda çocuk oyunu yasaklanmasına nasıl tepki vermemektesiniz..Çocuk edebiyatı bölümleri..
TİYATRO Bölümleri…..

Heyhat..SUSTUM..Varlık sebebine vurulan darbeye söz bile etmeyen ,bununla ilgilenmeye tenezzül bile etmeyen tiyatro bölümlerinin birinden mezunum ben.. Utanç içinde..

Neredesiniz tiyatro örgütleri..Başka ne işe yarayacağınızı sanıyorsunuz?

Siz ey bu memleketin güzel insanları..
Dionisos’un torunları..Kybelenin evlatları..Neredesiniz..??

Böyle devam ettiğimiz sürece bu çivisi çıkmış dünyanın zavallı özne olamayan piyonları olmaya devam edeceğiz..Ve kapitalizm tüm vahşiliğiyle bizimle oynamayı sürdürecek..
Oyunlarımızı yasaklayarak sürdürecek..Yaşamımızı yasaklayarak sürdürecek..En önemlisi özgürlüğümüzü elimizden alarak sürdürecek..Devletiyle..onun kolluk kuvvetiyle..Valisiyle..Milli eğitim müdürüyle vs…

Böyle devam eder susarsak: gözümüz körlüğü,kulaklarımız sürdürürse sağırlığı..Başsız yiğitler olacağız çoraklaştırılan Anadolu topraklarında..Tiyatronun evinde…

Böyle devam edersek sessizliğimize..Daha yaşanası değil , zincirli kölelerin oluşturulduğu insansız dünya hüküm sürecek..

Böyle devam edersek , çocuklarımız kelepçeli doğacak..Bu güzel-renkli- görülesi dünyada , tiyatrolar yerine , karanlıkları görecekler..Demirin soğuk sesini duyacaklar..

Böyle devam….. ETMEMELİ….

“Ey izan..Sen yırtıcı hayvanlara sığınmışsın..İnsanlarda muhakemelerini kaybetmiş”


Özgür Başkaya
Yasaklanan Oyunun Yönetmeni
29.11.2006

AŞKIN VATANI YOKTUR OYUNUNA BROŞÜR YAZIM..

AŞKIN VATANI YOKTUR

“TARANTA BABU’YA MEKTUPLAR” destanının oyunlaştırması olarak 2000 yılında oluşturduğumuz oyunumuz, İtalyan faşizmini anlatır.. İtalya’da faşizmin gelişim süreci ve emperyalizmin en vahşi hali gözler önüne serilir oyunda..

Habeşistanlı bir gencin karısı Taranta Babu’ya yazdığı mektuplar oyunun ana eksenini oluştururken Nâzım Hikmet’in İtalyan arkadaşı ile kendi arasındaki kurgusal bağ ise görmeye değer ve şaşılası estetik bir dehanın göstergesidir..

İnsan boyunda masklar ve gerçekçi dekorun içine yerleştirilen stilistik figürler oyunun göstermeci üslubunu perçinlemektedir..

Faşizme karşı mücadelenin sade kendi ülkesinde değil tüm dünyada önemini bilen şairimizin evrensel yanı oyunda kendini yoğunluklu olarak hissettirir ve yazar – yönetmenin ortak entenasyonalist tavrı oyun boyunca öne çıkarılır..

Tek kişilik oyunlarda olabilecek belirgin sorunlar (çatışmanın ortaya çıkması sorunu, seyircinin sıkılma riski, stand up türüne kayış vb..) bu oyunda özel olarak irdelenmiş ve üstesinden gelinmeye çalışılmıştır..

Dünyanın en büyük şairlerinden birinin destanını oyunlaştırmayı başardığımıza inanıyoruz..

Nâzım’ın şiirinin o muhteşemliğiyle tiyatronun insanı içine alan coşkusunu izlemek isterseniz gelin oyunumuza.. Aşkın vatanının olmadığını birlikte görelim, paylaşalım..

ÖZGÜR TİYATRO

Adına

ÖZGÜR BAŞKAYA

www.ozgurtiyatro.org

ozgurtiyatro@yahoo.com

ozgurbaskayadenizli@gmail.com

Tel: 0 505 586 32 49

ŞAİR İLE POSTACI OYUNUNA BROŞÜR YAZIM..

ÖZGÜR TİYATRODAN ÇAĞRI…

27 Mayıs – 12 Mart – 12 Eylül askeri darbeleriyle depolitize edilmiş, işkencelerden geçirilmiş, asılmış, zindanlara atılmış, karanlıklara bırakılmış ülkemizin insanları…
15. emek yılımızda yeniden merhaba…

Düşünmeyen ,sorgulamayan , isyan etmeyen insanlar oluşturma projesi darbelerle hayata geçirildi..Acılı tarihimiz burjuvazinin darbeci generalleri tarafından çizildi ve ne yazık ki çizilmeye devam ediyor…

Dünyanın bütün ülkelerinde şeklen ve kerhen de olsa darbeciler yargılandı..
Ama bizim ülkemizde darbe komutanı 26 yıl sonra pohpohlamak için söyleşiye çıkarılır ve resimlerini satar... Bu resimler büyük meblağlara alıcı bulur. Çünkü görevini yapmış baş generale ödülünü vermesi gerekir egemenlerin... Söyleşisinde gençler tarafından katilliğinin haykırılmaması da 12 Eylülün bilinçlerde yarattığı yıkımın en büyük kanıtıdır..

11 Eylül 1973 günü Şili de darbeciler, Marksist lider; ülkesine, dünyaya, insanlığa gönülden bağlı Salvador Allande’yi katlettiler..Ve binlerce insana bizimde yedi yıl sonra yaşayacağımız acıları yaşattılar..
Allande ölümle seçti yarınları..Ve umudu bıraktı ardında..

Özgür Tiyatro, Allande’nin katli sürecini ve dünyanın en büyük şairlerinden Pablo Neruda’nın bir postacıyla olan dostluğunu sahneye taşıdı..
Antonio Skarmeta’nın , ‘Ateşli Sabır’ oyunundan yola çıkıp, yeniden yazımlarla oluşturuldu ‘ŞAİR İLE POSTACI’…

‘Darbeciler yargılansın ve kapitalizm emperyalizmdir.’ Şiarlarıyla yoluna devam eden Özgür Tiyatro, sanatın ve bilimin para için yapılmayacağı bilinciyle karşınızda...
Etik değerlerin yok edildiği bu insansızlaştırma sürecine ‘HAYIR’ demek Özgür Tiyatro çalışanlarının boynunun borcudur..
Amatör ruh ve bilinçle dünyanın güzelleşmesine bir nebze olsun katkıda bulunabiliyorsak ne mutlu bize..
Hayatı yeniden, tiyatro dolu, onurlu ve özgür oluşturmak dileğiyle…
ÖZGÜR TİYATRO
Adına
ÖZGÜR BAŞKAYA

www.ozgurtiyatro.org
ozgurtiyatro@yahoo.com
ozgurbaskayadenizli@gmail.com

Tel: 0 505 586 32 49

PROFESÖRÜ KIVANDIRAN İLK T.C. KÜLTÜR BAKANI… BİZ KIVANMAYORUZ!

PROFESÖRÜ KIVANDIRAN İLK T.C. KÜLTÜR BAKANI…

BİZ KIVANMAYORUZ!

Kıvanç: övünç, iftihar, sevinç…

Kıvanmak: Övünülecek bir olaydan dolayı sevinmek, iftihar etmek, memnun olmak.

Yukarıdaki tüm kelimeler ve karşılıkları Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük 2005 Ankara baskısından alınmıştır.

“Bu yılın festival ödülleri Türk tiyatrosunu kıvandıran iki sanat insanına gitti. Onur Ödülü Haluk Bilginer'in, Emek Ödülü de Talat Sait Halman'ın oldu.” Bu sözlerin yazarı 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’ni (Taksav) Cumhuriyet gazetesinde değerlendiren Prof. Dr. Ayşegül Yüksel. ( Cumhuriyet gazetesi, 23 Aralık 2008)

Profesör Doktor Ayşegül Yüksel kıvandığımızı yazmış Türk tiyatrosu olarak..

Ben bu yıl, 15 yaşına gelmiş amatör bir tiyatronun genel yönetmeniyim.. Anlayamadım nasıl kıvandığımızı..Verilen “Emek” ödülünü anlayamadığım gibi..

Gerçi anlamam beklenebilirdi.. Çünkü ben A.Ü. DTCF Tiyatro bölüm mezunuyum ve Prof. Dr. Ayşegül Yüksel’in öğrencisi de oldum bir zamanlar..Kitaplarını, makalelerini okudum. Neyse…

Yetişkin olarak her üç askeri darbeyi de yaşamış Prof. Dr. Ayşegül Yüksel, Taksav festival danışma kurulu üyesidir. Ve festival komitesi ile birlikte verdikleri ödülü, gazetedeki yazısında bir kez daha hatırlatmış, Prof. Dr. Talat S.Halman’ın Türk Tiyatrosunu

kıvandırdığını duyurmuş okurlarına… Sağ olsun…

Bize göre ise bu duyuru, yakın tarihimizdeki 12 Mart faşizmini unutturma isteminin yinelenişidir.

Bir profesör başka bir Profesörü kıvandıradursun, 1.Nihat Erim hükümetinin Kültür Bakanı için Taksav festival direktörü Sayın Yener Aksu’da “Emek Ödülü”nün sahibi yıllardır emeğiyle kültür ve sanata katkı sağlayan, Kültür Bakanlığının kurucusu ve ilk Kültür Bakanı Prof. Dr Talat Sait HALMAN’nın oldu.” (http://www.taksav.org) sözleriyle Halman’ın ne denli önemli biri olduğunu beyinlerimize empoze ederek Faşizmin kültür bakanına verdikleri ödülü aklamaya çalışıyor sitesinde…

Ne günlere kaldık…

Bütün bu acıları unutturmaya çalışanlara karşı, yakın tarihimizde yaşanan 12 Mart sürecini unutmayacağımızı daha önce yazdığımız bir yazıyla beyan etmiştik. (www.ozgurtiyatro.org )

“TAKSAV DANIŞMA KURULU VE FESTİVAL KOMİTESİNİ ANLAYAMAMAK!”

Şimdi “ kıvanma ” üzerinden bakalım yazıya:

12 Mart muhtırasıyla kurdurulan ve belleklere balyoz harekâtı- hükümeti olarak kazınan 1.Nihat Erim hükümetinde (16 Mart 1971- 11 Aralık 1971) ilk “Kültür Bakanı” sıfatıyla tarihin kanlı sayfalarında yerini almış birine ödül vermeyi uygun görmeleri ne anlama gelmektedir? Anlaşılamamaktadır..” Şimdi anlamaya başladım..Anlamam gereken Türk tiyatrosunun kıvanmasıymış..?

12 Mart muhtırasının hükümetinden birine Darbeler-muhtıralar olmasın, darbeciler yargılansın diye insanlar bas bas bağırırlarken, ödül vermek de neyin nesidir?” Artık neyin nesi olduğunu anlarız herhalde..Kıvanıyoruz ya..?

“Burada üzerinde durulan konu 12 Mart döneminin insanlar üzerinde uyguladığı açık faşizmin bakanlarından birine ödül verilmesidir. Utanılasıdır…” Canım bende iyi saçmalamışım.. Kıvanmak varken utanılırmı?

“Burada üzerinde durulan konu: 31 Mayıs 1971’de Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan, Kadir Manga’nın; 1 Haziran 1971’de Hüseyin Cevahir’in katledilmesi sırasında hükümet edenler ve bu hükümetin Kültür Bakanıdır..” Ağabeylerimin katliyle kıvanmam gerek zahir…?

“Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı da bu dönemde verilmiştir..”

Kıvanın, kıvanabilirseniz…?

12 Mart faşizminin döktüğü kanlar hala darbecilerin, dolayısıyla kukla hükümetinin, bakanlarının ve elbette ki bu bakanlardan olan kültür bakanının ellerindedir… Böyle kanlı ellerden birine ödül verenleri ve kıvananları biz kınamaya devam edeceğiz…

Sabahın bir sahibi var…!

Yok yok… Ben beceremedim bir türlü kıvanmayı…

Sanırım ya profesör yada Taksav’da danışma ya da yürütme kurulu üyesi olmam gerekiyor..

E bu da mümkün olmadığına göre…

Kıvanamayacağız artık…

12 Mart faşizmine ödül verenler bol bol kıvansın…

BİZ KIVANMIYORUZ!!!

Not: Bu süreç, konuyla ilgisi birebir olmasa da, Fikret Başkaya’nın bir yazısını anımsattı bana. “Kara cübbeliler veya asıl tartışılması gerekeni tartışabilmek!”

İlgilenenler için giriş bölümünü buraya alıyorum.

“YÖK rektörlerinin ve bir kısım profesörün bazı neo-faşist unsurları da yanlarına alarak Anıtkabir’ e yürümeleri, arkasından da bir miting yaparak, hükümeti Ata’ya şikayet etmeleri, hükümeti düşürmek için orduyu göreve çağırmaları, utanç verici olsa da şaşırtıcı değil. Aslında bir başına Anıtkabir ziyaretleri bile Türkiye’deki rejimin niteliği hakkında fikir vermeye yeter ama anlayana, anlamak isteyene...”

www.ozguruniversite.org sitesinden bulabilirsiniz.

Not 2 : ( Bu arada eski defterleri unutmuyoruz. Bu konuda (Taksav da “emek ödülü” skandalı) yoğunlukla çalışan Hilmi Bulunmaz www.tiyatroyun.blogspot.com ve bilumum yol arkadaşlarımı hatırlamadığımız varsayılmasın…Sonra Coşkun Büktel www.coskunbuktel.com bana kızıyor.J Kepazeliğe karşı politik-estetik eleştiriler için bu siteler incelenmelidir.)

Özgür Başkaya--Özgür Tiyatro www.ozgurtiyatro.org

8 Ocak 2009

TAKSAV FESTİVALİNDE YAPILAN “TİYATROLARIN ÖRGÜTLENMESİ 2” İSİMLİ PANEL İLE İLGİLİ BİRKAÇ MALUMAT.


Tiyatroların örgütlenmesi–2 panelinde yapılan konuşmalarla ilgili şimdiye değin herhangi bir şey söylemedim. Gerekli tepkiyi Amatör Tiyatrolar Birliği adına zaten göstermiştik.
Süreci germek gibi bir düşüncem yok. Deşifrelenmiş toplantı metninin bana ulaşmasına rağmen şimdiye değin herhangi bir açıklamada bulunmamamın nedeni de budur.

Ancak son günlerde, Aydın festivalimiz üzerinden yazdığım yazıya binaen (www.ozgurtiyatro.org) Ömer F. Kurhan, birinci yazısında anlayamadığım bir yaklaşım geliştirmişti. “Yeri gelmişken bir parantez açarak, sansür ya da ifade özgürlüğünün engellenmesi iddiası karşısında, Özgür Tiyatro’dan Özgür Başkaya’nın İATP-G sitesinde de yayımlanan “4. AYDIN TİYATRO-DRAMA GÜNLERİ–2008” [5] yazısının hiçbir şekilde olgusal bir yanıt içermediğini belirtmek gerekir. (http://www.iatp-web.org/headline.asp?act=view&hid=212). Olgusal bir yanıt yaklaşımı çabası yoktu ki böyle bir söz edilsin.Yazım, coşkulu olmasına çalıştığım, tiyatro buluşmasının anlatımıydı.

İkincisinde ise sözlerinde daha dikkatli olduğunu düşündüğüm (http://www.iatp-web.org/headline.asp?act=view&hid=217) (Özgür Sahne ile Özgür Tiyatroyu karıştırması dışında) Ömer F. Kurhan’ın, açıklamalarda bulunmam gerekliliği üzerinden haklı beklentilerine, açıklık getirmeye çalışacağım.(İnsanların kanaatleri ise ister değişir, ister değişmez.)

3. Aydın festivalinde “Yeni Kapı Tiyatrosu” şenlik komitesinin kararıyla programa dahil edilmemiştir. Bu durum Orçun Masatçının söylediği gibi “Enternasyonal” üzerinden değildir. Bununla ilgili ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmalar Şenlik ve Aydın ilindeki siyasi ve toplumsal dengelerle ilgilidir. Tartışmalar mail ve telefon trafiğiyle günlerce sürmüştür.

3.Aydın buluşması için İzmir’de bir de toplantı yapılmıştır. Bu toplantıya İzmir’den katılması beklenen Orçun Masatçı ve Hamit Demir katılmamıştır. (Gerçi laf aramızda neden İzmir’e gittik anlayamıyorum. İzmir toplantısında İstanbul, Ankara, Aydın, Muğla vardı da bir İzmirliler yoktu.) Yeni Kapı grubundan bir arkadaş neredeyse bitecekken toplantıya gelmiştir. Toplantıda Amatör Tiyatrolar Birliği Aydın temsilcisi Hüsnü Ertung, Aydın’daki toplumsal dengelere işaret etmiş ve Yeni Kapı Tiyatrosunun buluşmaya katılımının uygun görülmediğini, Aydın’da şenlik komitesinin kararıyla açıklamıştır.

Şenliklerin katılım koşullarını onun için emek veren kişiler belirlerler. Yürütücüleri vardır. Katılım kararlarını, doğru ya da yanlışta bulsak yürütücüler belirler. Katılan grupların kişi sayısından tutunda, ekonomik, kültürel, politik vb. değerlendirmeler yapılarak katılımcı gruplar belirlenir. Aydın’daki yürütücüde “Ay Kar Yay Aydın Tiyatrodur.” Bu Taksav’da da böyledir, Aydında da böyledir, Antakya’da yapacak olduğumuz buluşma da bizim için böyle olacaktır.
Alternatif şenlik düşünceleri elbette bizim birlikteliğimizde ve çeşitli platformlarda tartışılabilir, tartışılmalıdır…

Toplumsal dinamikleri o kentte yaşayan insanlar bilirler. Onların kararlarına saygılı olmamız gerektiğini düşünürüm. Anadolu’nun haklılığına açık çek verdiğim için değil, onlar orada yaşamaya devam edecekler bizler ise kirlenmiş büyük köylerimize döneceğiz. Onlar bir önceki seneyi kendi kentlerinde yaşamışlar, hâlbuki biz senede bir kereliğine gidiyoruz.

Olay, Aydın’da oluşabilecek siyasi ve sanatsal sorunlara karşı tiyatronun-festivalin kendisini korumasından başka bir şey değildir. Kararın nedenlerini sansür olarak değerlendirmek Aydın’da bu işi yürütmeyi sürdüren tiyatro emekçilerine ve festival yöneticilerine saygısızlık olur. Kaldı ki bu sansür iddialarını asla kabul etmediklerini (ki başından beri bu işe gönül vermiş ben de asla etmem) İzmir’de yapılan toplantıda açıklamışlardır. Benim yaptığım ise sadece bunun duyurusu olmuştur.
Yani yukarıda anlattığım nedenlerle, Orçun Masatçının söylediği “Biz o festivali düzenleyen kuruma bunun bir sansür olduğunu hatırlattığımızda Özgür Başkaya, Mehmet Esatoğlu, Selim Kalıç ve Hüsnü Ertung demişlerdir ki, “Evet, bu bir sansürdür. Olabilir. Ama bu festivalin karar verebileceği bir karardır. Biz bu oyunun festival kapsamında sergilenmesine izin vermeyeceğiz.” (http://www.iatp-web.org/headline.asp?act=view&hid=196) gibi bir süreç kabul edilemez.

Orçun Masatçının panelin son bölümünde Yasin Yürekli arkadaşımızın sorusu üzerine sarf ettiği sözler ise, soruyu soran arkadaşımız ve birçok devrimci sanatçı için sanırım şaşırtıcı olmuş. “Az önceki söylemim de yanlış anlaşıldı. Biz elbette ki Talat Halman’a da ödül verilmesine sıcak bakmayız, Alparslan Türkeş’e de. Ama bu bizim festivalden çekilmemiz için bir sebep olamaz”. ( http://www.iatp-web.org/headline.asp?act=view&hid=196* Üstteki web adresi) Şaşırmışlar! Çünkü orada bulunanların siz hangi koşullarda çekilirsiniz? Bu söylediğinizden daha beter bir şey var mı? diye sormamaları, şaşkınlıklarının belirtisi olsa gerek!

Daha az şaşılacak bir şey ise “Özgür’ü iyi tanırım. Ne yapıp ne yapmadığını senden daha iyi bildiğimi düşünüyorum.” sözleridir.
Benim ne yapıp ne yapmamak istediğimi, yıllarca benimle çalışan öğrencimden daha iyi bildiğini iddia edebilmesidir! Ve paneldeki arkadaşımızdan beni daha iyi tanımadığına, ben en azından tarihsel ve tiyatrâl olarak şahidim!

Yukarıdaki anekdotlarda “bizce var olan” sıkıntıların kaynağında yatanları araştırmak gerekir. Yeni Kapı Tiyatrosu solda ve hatta örgütlü solda çalışmalar yapan bir kuruluştur. Kırgınlıkları (Aydın üzerinden) , kızgınlıkları (Taksav sürecinden) ve her ikisini de tiyatroların örgütlenmeleri süreçlerinden anlamaya çalışıyorum. Ancak bu gerçeklere ve kendi doğrularımıza olan sevgimizden daha üstün kılınamaz..

Benim bilindiğini düşündüğüm kişisel tavrım bellidir. “Sahnede işlenecek suç olamaz”.
Bizim yıllar önce Sincan’daki tankların geçtiği sırada gözaltına alınan, radikal İslamcı olarak adlandırılabilecek insanlar için basın açıklaması yaptığımız (Ki o zamanki tiyatro çevremizden(Ankara) hiçbir destek gelmemiştir.)ve düşünceleri nedeniyle sahneden kimsenin alınmaması gerektiğine ilişkin tavrımız ortadadır. Birçok tiyatroya uygulanan baskıdan-sansürden sonra verdiğimiz tepkiler ortadadır. Bizim özgürlükçü bakışımız ortadadır. Kaldı ki dünya görüşü bizimkine yakın (ben öyle düşünüyorum.) bir tiyatro topluluğuna böyle bir uygulamayı niye yapalım. Ben bir şekilde Aydın ilinin bunu kaldırıp kaldırmayacağını Hüsnü Ertung ile ve kaldıramadığına kanaat getirince de bu konuya daha nesnel bakmaları hakkında Orçun Masatçı ve diğer arkadaşlarla defalarca konuştum.




Tiyatroların örgütlenmeleri konusunda önemli sorunlar bulunmaktadır. Bunlara bakıştaki kriterler farklılaşabilir. Benim Taksav sürecindeki tepkisel tavrım bilindiği gibi “emek” ödülü üzerinden, festivalin danışma kuruluna ve yöneticilerine olmuştur. Bu nedenle Aydın Buluşmalarımızla bunu değerlendirmek sağlıklı değildir. “Hem sansürcüsün hem de antifaşizmin temsilciliğine adaysın” türünden mesnetsiz ve bu kadar açık dillendirilmeyen yaklaşımların, kafaları karıştırmak ve suyu bulandırıp derinleri göstermemek dışında herhangi bir nosyonu bulunmayacağı da ortadadır.


Taksav festivalinin önemini bildiğimiz için yıllarca içinde bulunduk. Birlikte var ettik. Destekledik, destek aldık. Ancak Sn. Talat S. Halman’a verilen “emek” ödülü bizim için kabul edilemez. Bu nedenle bu tutumumuzda değişikliğe gittik.

Aynı panel konuşmasında Yener Aksu benim süreç içinde etik olmayan bir tutumla tiyatroları aradığımı söylüyor. “Özgür’ün tüm eleştirilerinin ötesinde bizi üzen, çeşitli grupları arayarak festivale katılmamaları yolunda bir kamuoyu oluşturmaya çalışmasıdır. Açıkçası bu davranışı etik bulmadığımızı belirtmek istiyorum.” (http://www.iatpweb.org/headline.asp?act=view&hid=196)

Ben bunu duyduğumda tekrar aradım Yener Aksu’yu.( Çekilme yazımı yazmadan ve ödül verilmeden de aradığım gibi.) Ve söylemeye çalıştım, bir tek tiyatroyla bile görüşmediğimi. Festivalle özel problemler dışında derdim olmadığını. Telefonu kapandı.
Yani ortada Yener Aksu’nun söylediği gibi bir şey de yok.

Gerçi böyle bir durumda tiyatrolarla görüşme yapsaydım da yanlış yapmış, etik bir hataya düşmüş olmazdım. Çünkü bize göre rezaletin teşhiridir.

Biz çekilme ve tepki konusundaki düşüncelerimizin arkasındayız.

Kara bulutlar gerçeğin yüzünü örtmek için yollansa da, güneşin aydınlığı elbet hakikati açığa çıkaracaktır.

5 OCAK 2009
ÖZGÜR BAŞKAYA
ÖZGÜR TİYATRO

TAKSAV’I ANLAYAMADIKTAN SONRA DÖRT TİYATRO GRUBUNU DA ANLAYAMAMAK!!

TAKSAV’I ANLAYAMADIKTAN SONRA DÖRT TİYATRO GRUBUNU DA ANLAYAMAMAK!!

“TAKSAV'IN , BU SENE 13.SÜNÜ DÜZENLEDİĞİ ANKARA TİYATRO FESTİVALİ KAPSAMIN DA TALAT SAİT HALMAN'A VERİLEN EMEK ÖDÜLÜNÜ DÖRT TİYATRO EKİBİ OLARAK (VE SANAT,TİYATRO 8,KIZILTEPE BELEDİYE TİYATROSU,SİNOP SANAT TİYATRO'SU)ORTAK BİR DİLLE KARŞI OLDUĞUMUZU BELİRTMİŞ VE BUNU KAMUOYUNA DUYURMUŞTUK.”

Yukarıdaki sözler Kızıltepe belediye tiyatrosu temsilcisinin yazdığı ve diğer tiyatro gruplarının imza attığı sözlerdir..

Talat Halman skandalında duyarlı kişi ve kuruluşlara destek vermiş tiyatroların (bu konuda tiyatroların yaptığı açıklamaya bakılabilir) yeni bildirisinin ilk sözleri bu sözler..

Sözler şöyle devam ediyor: “ANCAK, SON SÜREÇTE İNTERNET ÜZERİN DE TAKSAVA KARŞI NEREDEYSE ART NİYETLİ BİR KAMPANYA DÜZENLENMESİ VE TAKSAV'IN DÜZENLEDİĞİ TİYATRO FESTİVALİNİ HEDEF ALMASI YAPTIĞIMIZ EYLEMİ BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMEMİZE NEDEN OLMUŞTUR.”

İnternet üzerinden yapılan açıklamalar genel olarak Hilmi Bulunmaz ve benim yazdıklarımdır.. Talat Halman’a verilen “emek” ödülünü kınamış ve bu konuda TAKSAV’ı izana davet etmiştik.. Burada yeniden düşünülen konu nedir? Verilen ödül mü? Bizler festival ile ilgili herhangi bir eleştiri yapmamışken (ki onlarca yapabiliriz ve yapılanlar mevcut) festivalin kıymetiyle ilgili herhangi bir açıklamanın nedeni nedir..?

Biz verilen ödül konusunda netiz ve haklılığımızı tarih gösterecektir..

Ancak böyle bir (bizce) geri adım neden atılmıştır..? Festivalin önemi konusunda 12 yıldır herhangi bir açıklama yapmayan bu tiyatrolar şimdi böyle bir açıklamayı neden yazmışlardır?

“TAKSAVIN BU GÜNE KADAR TİYATRO ADINA ÇOK ŞEY YAPTIĞI ORTADIR.GEREK PROFESYONEL GEREKSE AMATÖR TİYATRO YAPAN BİR ÇOK EKİBİ AYNI SAHNEDE BULUŞTURAN BU FESTİVAL,ÖZELLİKLE YASAKÇI ZİHNİYELERE İNAT , KÜRTÇE TİYATRO YAPAN EKİPLER BAŞTA OLMAK ÜZERE, FARKLI DİLLERDEN VE KÜLTÜRDEN BİR ÇOK TİYATRO EKİBİNİ VE BU EKİPLERİN OYUNLARINI ,EN ÜCRA YERDE Kİ SEYİRCİYE KADAR ULAŞTIRMA GAYESİ TAŞIMIŞTIR.”

Yukarıda yazılan sözlere kimin itirazı vardır ki (ayrıca herkes itiraz edebilir) tiyatrolar bu açıklamayı yapmak zorunluluğu duymuşlardır?

“İNTERNET ÜZERİNDE YAPILAN HABERLERE VE YORUMLARA İNAT TAKSAVIN, TİYATRO SANATINA ÇOK BÜYÜK KATKILAR SUNDUĞUNA VE AYDIN BİR KURUM OLDUĞUNA İNANCIMIZI SÜRDÜRÜR VE TAKSAV’IN YANINDA OLDUĞUMUZU KAMUOYUNA BİLDİRİRİZ.”

İnternet üzerinden TAKSAV festivalinin işlevine yönelik herhangi bir yorum yapılmış mıdır ki bu yazı kaleme alınmıştır..?

Amatör Tiyatrolar Birliği ve Özgür Tiyatro olarak bu rezaleti teşhir ettik ve bundan sonra da etmeye devam edeceğiz.. Hilmi Bulunmaz bu konuda bizimle beraber ve hatta bizden öte duyarlılıklar içindedir.(Bu söylem kişisel görüşmelerin ve Bulunmazın web sayfalarının sonucudur)

Ben yapılan açıklamayı, içinde duyarlılıklar bulsam ve iki tiyatro temsilcisiyle konuşsam bile, talihsiz, ve hala açıklama yapmayan TAKSAV adına rezaletin gizlenmesinde bir araç olarak gördüğümü belirtmek istiyorum..

Bir başka ilginç konu da Taksav yöneticilerinin festival hakkında genel olarak bir açıklama yapacaklarını duyurmaları, bunun dışında şifahen duyduğumuz bilgilere göre emek ödülü konusunda rahatsız oldukları ancak herhangi bir açıklama yapmadıklarıdır.. Bu süreç ne kadar devam edecektir? Taksav susmayı ne kadar sürdürecektir? Yukarıdaki iyi niyetine inandığım(cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir! Denmiştir…) tiyatrolar gibi yeni ve kendilerini destekleyen, bu anlamda rezalete sis perdesini oluşturmak isteyen beklentiler mi mevcuttur? Merak edilmektedir…

Özgür Tiyatro olarak tuhaf bulduğumuz ve kendi tabirleriyle “YAPTIĞIMIZ EYLEMİ BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMEMİZE NEDEN OLMUŞTUR.” sözleriyle yeniden düşünen bu tiyatroları, başlıkta bildirdiğimiz gibi anlayamadığımızı kamuoyuna (onların sözleriyle) bildiririm..

Özgür Tiyatro

Adına

Özgür Başkaya

www.ozgurtiyatro.org





TAKSAV FESTİVAL EKİBİ VE TİYATRO CAMİASINA..

TAKSAV FESTİVAL EKİBİ VE TİYATRO CAMİASINA..

DUYURU… AMATÖR TİYATROLAR BİRLİĞİ

Bilindiği üzere TAKSAV danışma kurulu ve festival komitesine bir yazı yazmış ve Sayın Talat S. Halman’a verilen emek ödülünü izana davet ederek kınamıştım.
(Taksav danışma kurulu ve festival komitesini anlayamamak!)
www.ozgurtiyatro.org)
Ayrıca;
Sayın Hilmi Bulunmaz bu konuyu yoğunlukla irdelemiş, protesto etmiş, kınamış ve Talat S. Halman skandalını her yönüyle tartışmaya açmıştır. Bununla birlikte Sayın Orhan Aydın yine Hilmi Bulunmaz’ın sitesinde ve Sol haber merkezinde görüşlerini açıklamıştır.www.tiyatroyun.blogspot.com
Sayın Coşkun Büktel sitesinde konuya farklı bir boyut getirmiştir.www.coskunbuktel.com
“Ve Sanat Tiyatrosu, Tiyatro 8, Kızıltepe Belediye Tiyatrosu ve Sinop Sanat Tiyatrosu” isimli tiyatrolar Atılım Gazetesinde bu konuyla ilgili görüşlerini bildirmişler ve süreci protesto etmişlerdir. http://www.atilim.org
SOL Haber merkezi konuyu duyurmuş, durumu tiye alan bir yazı yayınlamıştır. www.haber.sol.org.tr
Bunların dışında bu konuda tepki gösteren kişi veya kuruluşlarda olabilir.
14 Kasım 2008 tarihinde tüm bu uyarı ve itirazlara rağmen TAKSAV, emek ödülünü Sayın Talat S. Halman’a festival açılışında vermiştir.
12 Mart faşizminin Kültür Bakanına ödül veren Taksav’ı, Amatör Tiyatrolar Birliği adına bir kere daha kınıyoruz!
Bu güne dek bekledik. Bekledik ki TAKSAV çalışanları belki bu tarihi gafı görür ve bu kararı yeniden gözden geçirir. Bekledik ki bu aymazlıktan cayılabilir. Ancak olmadı..
23 Kasım 2008 tarihinde geçen yılın devamı olarak 2.si yapılacak olan ve geçen yıl katıldığım “Tiyatroların Örgütlenmesi–2” paneline Amatör Tiyatrolar Birliği adına katılacağımı festival ekibi direktörü Sayın Yener Aksu’ya daha önce telefonda bildirmiştim.
Amatör Tiyatrolar Birliği adına konuşacağımı şifahen bildirdiğim “Tiyatroların Örgütlenmesi–2” paneline, birliğin de kınama tavrını göstermek için katılmayacağımı ve 12 Mart faşizminin Kültür Bakanına ödül veren Taksav’ı Amatör Tiyatrolar Birliği adına da protesto ettiğimizi tiyatro camiasına duyuruyorum.
Saygılarımla… 15 Kasım 2008
Amatör Tiyatrolar Birliği adına ÖZGÜR BAŞKAYA

TAKSAV DANIŞMA KURULU VE FESTİVAL KOMİTESİNİ ANLAYAMAMAK!

TAKSAV DANIŞMA KURULU VE FESTİVAL KOMİTESİNİ ANLAYAMAMAK!

13. Uluslar arası Ankara Tiyatro Festivali düzenleyicileri bazen “Emek Ödülü” isimli bir ödül veriyorlar ve bu yıl buna Sayın Talat S.Halman’ı uygun görmüşler.

Türkiye’de Uluslararası niteliğe sahip ve sürdürülürlüğü ispatlanmış bulunan TAKSAV tiyatro festivali düzenleyicilerini (Danışma kurulu- Festival komitesi) anlamak mümkün değildir.

Mümkün değildir çünkü hem danışma kurulunda hem de festival komitesinde ömrü boyunca eşitlik ve özgürlük şiarları ile yaşamış, bu uğurda acılar çekmiş insanlar bulunmaktadır.

12 Mart muhtırasıyla kurdurulan ve belleklere balyoz harekâtı- hükümeti olarak kazınan 1.Nihat Erim hükümetinde (16 Mart 1971- 11 Aralık 1971) ilk “Kültür Bakanı” sıfatıyla tarihin kanlı sayfalarında yerini almış birine ödül vermeyi uygun görmeleri ne anlama gelmektedir? Anlaşılamamaktadır..

Nedir yaşanan? Yakın tarihin bu kadar çabuk akıllardan silinmesi mi istenmektedir?

Darbeler-muhtıralar olmasın, darbeciler yargılansın diye insanlar bas bas bağırırlarken,

12 Mart muhtırasının hükümetinden birine ödül vermek de neyin nesidir?

Onlarca aydının-sanatçının gözaltına alınmasına ortak olmuş birine “emek” adı altında neden ödül verilmektedir?

Dönemde yaşanan işkenceler nasıl akıllardan silinebilir?

Özgürlüklerin üzerine şal örtülebileceğini söylemesi üzerine Aziz Nesin’in “şalcı Nihat” olarak adlandırdığı Nihat Erim Hükümetinin “Kültür Bakanı”, çeviri ve edebiyat alanında ülkenin en önemli şahsiyetlerinden biri kabul edilebilir ama bu, o hükümetin üzerinde bulunan veballerle ilişkili bir durum değildir.. Burada bu konu üzerinde durulmamaktadır..

Burada üzerinde durulan konu 12 Mart döneminin insanlar üzerinde uyguladığı açık faşizmin bakanlarından birine ödül verilmesidir. Utanılasıdır…

Burada üzerinde durulan konu: 31 Mayıs 1971’de Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan, Kadir Manga’nın; 1 Haziran 1971’de Hüseyin Cevahir’in katledilmesi sırasında hükümet edenler ve bu hükümetin Kültür Bakanıdır..

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı da bu dönemde verilmiştir..

Halkımızın en yiğit evlatlarının katli hafızalardan silinmeyecektir.

Lady Machbeth de olduğu gibi, o kanlar da o ellerden kolay kolay yıkanamayacaktır.

Kısaca bahsettiğim ve önemli olduğunu düşündüğüm bu nedenlerle TAKSAV tarafından verilen bu ödül nedeniyle sorumluları kınıyor ve Shakespeare sözüyle “İZAN” a davet ediyorum..

ÖZGÜR TİYATRO adına

ÖZGÜR BAŞKAYA 6 KASIM 2008