“İSMET KÜNTAY, SERMET ÇAĞAN, OKTAY ARAYICI, VASIF ÖNGÖREN”
Not: Bu yazı 5 bölüm halinde yayınlanacaktır. İlk bölüm “Giriş”, diğer bölümler, belirtilen sırayla yazarların Yaşamları ve eserleriyle incelenmeye çalışılmasıdır.
Yazının temel paylaşılma nedeni bu yazarların tarihteki yerlerinin hatırlatılması, bu yazarlarla ilgileneceklere bir bakış açısı ve oyunları oynamak isteyen gruplara açılım sağlanmaya çalışılmasıdır.
Yazının temel kaynağı yazarın yüksek lisans tezinin bölümlerindendir. Umarım okunur ve faydalı olur.
GİRİŞ
Tiyatro; biçimi-içeriğinin ayrılmaz bütünlüğü ve ulaşabildiği seyirciyle kurduğu alışverişle “toplumsallığı” her boyutuyla gözler önünde olan bir sanat alanıdır. Bu anlamda ülkenin içinde bulunduğu sosyal ekonomik ve kültürel koşullarla toplumbilimi yapılabileceğini varsaydığımız tiyatro sanatı arasında kopmaz bağlar olduğu bir gerçektir.
Tiyatro sanatının işleviyle, varolan toplumsal sistem ve yönetim biçiminin ilişkisi; ülkede verilen demokrasi ve sanat kültürünü oluşturma mücadelesinin bir parçasıdır. Toplumun demokrasi kültüründen, demokrasi kültürü oluşturma mücadelesinden etkilenen ve bu doğrultuda ürünler veren tiyatro aynı zamanda topluma geri dönerek onu etkiler ve toplumsal bir süreç olduğunu da kanıtlar.
1960’lı yıllarda Türkiye’de oluşan siyasi durum, 27 Mayıs 1960’ın getirdiği göreli özgürlük hali, ekonomik gelişme,kapitalizmin tüm kurumlarıyla ülkeyi etkisi altına alma süreci ve sol düşüncenin ideolojik-politik gelişimi tiyatro sanatını-sanatçılarını yoğunluklu olarak etkilemiştir. Ülkede tiyatro sanatı etkinliği nicelik olarak büyük bir gelişim göstermiş, bunun yanında yazarlar toplumcu ve sol içerikli oyunlar üretmişler ve bu perspektifte bir biçim anlayışı Avrupa da bulunan politik oyun örneklerinden de etkilenerek oluşturulmaya çalışılmıştır. Ayrıca geleneksel kaynaklardan yola çıkarak toplumcu nitelikte oyunlar yazan yazarlar da bu dönemde kendilerini göstermiş ve yarının Türk tiyatrosunun temel taşları olacak oyunlar üretmişlerdir.Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, Sermet Çağan, İsmet Küntay, Bilgesu Erenus , Haldun Taner vb.
27 Mayıs 1960 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli sebeplerle yönetime el koymasıyla ülkede varolan özgürlük, eşit bölüşüm, kültürel haklar gibi yaşamsal konularda; geçen döneme göre farklı bir süreç başlamıştır. 1961’deki yeni anayasayla üretime, yaratıma, özgür sanata doğru evirilen toplumsal süreç yeni bir yola girmiştir.
1960’ın hemen sonrasının ve 12 Mart 1971’e değin geçen sürecin, tiyatromuzun “Altın dönemi” diye nitelendirilmesinin nedenlerinin başında tiyatro topluluklarındaki nicel artış, toplulukların alternatif ve yeni denemeler yapması ve dünyaya açılıştır. Bu dönemde amatör-profesyonel topluluklar Brecht ,Sartre , İonesco, Pinter gibi çağdaş yazarların oyunlarını sergilerler.
Kabare Tiyatroları, bulvar tiyatrolarının yanı sıra politik tiyatro toplulukları ve dönem sorunlarıyla ilgilenen topluluklar artarak çoğalır.
Ödenekli tiyatroların da bu gelişimden etkilenmemesi elbette mümkün olmaz. Değişimin ve yenilenmenin “eğer olumlu yöndeyse” önünde durulamayacağı gerçeği bunu zorunlu kılar.
1960’ta Ankara Yenişehir’de eski beşinci tiyatronun yeniden düzenlenmesiyle “Yeni Sahne” açılır. 1964’te Altındağ Lisesi konferans salonu Devlet Tiyatrosu bünyesine alınmış ve şimdiki Altındağ Tiyatrosu oluşturulmuştur.
“Altmışlı ve yetmişli yıllarda Devlet Tiyatroları sanat düzeyi bakımından başarılı bir dönem yaşamıştır. Ankara’da önceki dönemden beri hizmet veren Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro, Üçüncü Tiyatro ve Oda Tiyatrosu’ndan sonra, 1960’ta Yenişehir’de, eski “Beşinci Tiyatro” sahnesinin yeniden düzenlenmesiyle Yeni Sahne açılmış, 1964’te tiyatroya uzak bir semt olan Altındağ’daki Altındağ Lisesi konferans ve temsil salonu, onarılıp yeniden düzenlenerek Altındağ Tiyatrosu olarak hizmete girmiştir. 1970’ten sonra kullanılmayan Oda Tiyatrosu 1979’da yeniden açılmıştır. 1969’dan beri kullanılmayan Üçüncü Tiyatro, 23 Nisan 1980’de Gençlik ve Çocuk Tiyatrosu adıyla açılmış, fakat kısa süre sonra yeniden kapanmıştır.”
Elbette gelişmeler yeni sahnelerle sınırlı olmayacaktır. 1960–1961 sezonunda Devlet Tiyatrosu Henrik İbsen’in Hortlaklar’ını, Edward Albee’nin Hayvanat Bahçesi’ni ve Albert Camus’un Caligula’sını sahneler . Hemen ardından Samuel Beckett’ın Son Band Tankred Dorst’un Sur Dibinde , 1963–1964 sezonunda Friedrich Dürrenmatt’ın Fizikçiler ve Harold Pinter’in Doğum Günü Partisi oyunları sergilenir.
Özgürlük düşüncesinin gelişmesi, kendi içlerinde de özgürlüğü arayan ve daha bağımsız projeler peşinde koşmaya istekli önemli yazar, oyuncu ve rejisörlerini, ki bazıları bu nedenle Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatrosundaki görevlerinden ayrılan ya da bu kurumlara girmeyen kişilerdi, bir araya getirir. “Birleşmiş Oyuncular Meydan Sahnesi” gibi.
1960 sonrasında Türkiye’nin başkenti özel tiyatrolar açısından canlı bir dönem yaşamıştır. Adalet Ağaoğlu, Mahir Canova, Çetin Köroğlu, Üner İlsever, Kartal Tibet, Birleşmiş Oyuncular Meydan Sahnesi’ni kurmuşlardır. Özel bir tiyatro ortamında, Devlet Tiyatrosu’nda olduğundan daha özgür olacaklarını düşünen sanatçılar bu ekibin genelini oluşturmuştur. Yerli yazarların oyunlarını sergilemek, Türkiye tiyatrosuna açılım sağlamak, toplum gerçeklerini irdelemek, bu tiyatronun amaçları ve tüzüğünün temel maddelerini oluşturmuştur. Tiyatro tarihimizin önemli oyunlarından olan Karaların Memetleri bu dönemde sergilenmiştir. Oyunu, Cahit Atay yazmış Ergin Orbey yönetmiştir.
Bu dönemde kurulmuş ve hâlâ faaliyetini sürdüren, toplumcu geleneği ile bir dönem seyirci kitlelerinin gözbebeği olmuş, önünde kuyrukları hiç bitmeyen ve oyunları “seyredilmezse olmaz” olan bir topluluk tiyatro hayatımıza girer: Ankara Sanat Tiyatrosu (AST). I. Arena Tiyatrosu’ndan türemiş ve bugün de perdelerini açmakta olan bir topluluktur… Ankara Sanat Tiyatrosu, I. Arena Topluluğunun da kurucusu-yöneticisi Asaf Çiğiltepe’nin önderliğinde kurulmuştur.
Ankara Sanat Tiyatrosunda 1970’li yıllara dek rol almış sanatçılardan birkaçı şunlardır: Asaf Çiğiltepe, Güner Sümer, Ayberk Çölok, Erol Demiröz, Savaş Dinçel, Genco Erkal, Oben Güney, Fikret Hakan, Şener Kökkaya, Oktay Sözbir vb. Tüm bu sanatçılar politik görüşleri ile sanatları arasında bağ kurmuş ve bu ilişkiyi seyirciye taşımaya çalışmışlardır. Yine bu dönemde kurulan Dost Oyucuları ve Ulvi Uraz Tiyatrosu, Halk Tiyatrosu, Halk Oyuncuları Birliği, Bakırköy Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu, Ankara Birliği Tiyatrosu vb. toplumcu tiyatro anlayışını benimseyen, bazıları birbirlerinden koparak oluşan topluluklar olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.
“Yetmişli yıllarda etkinlik gösteren özel topluluklarsa, daha çok ideolojileri doğrultusunda tiyatro yapmak isteğinde olan sanatçıların, görüş ayrılıkları yüzünden bağlı oldukları topluluktan kopmaları ve kendi topluluklarını kurmalarıyla oluşmuştur. Erkan Yücel’in Ankara Sanat Tiyatrosu’ndan ayrılarak önce turne tiyatrosu olarak kurduğu Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu (DAST) bu topluluklardan biridir ve daha sonra etkinliklerini Ankara Halk Tiyatrosu adı altında ve yerleşik düzende sürdürmüştür. 1977’de Yılmaz Onay, İhsan Sanıvar, Köksal Engür, Gülsen Tuncer ve arkadaşları Çağdaş Sahne’yi kurmuşlardır. Aynı yıl Erdoğan Akduman’ı Öncü Sahne’nin başında görürüz. AST, AHT, Çağdaş Sahne ileri yıllarda da etkinliklerini sürdürmeyi başarmışlardır”
Ödenekli tiyatrolarımızdan İstanbul Şehir Tiyatrosu 1960’lı yıllardaki canlanmaya, devletin bünyesinde olmasına rağmen ayak uydurmaya çalışmış ve yeni sahneler açmış, bunun yanında özel tiyatrolarda da rol alan, dönemin yetenekli ve genç oyuncularından oluşturulan bir kadroyla hareket edilmeye çalışılmıştır. Bu dönem Muhsin Ertuğrul’un şehir tiyatrosunun başına yeniden geçtiği dönemdir. Muhsin Ertuğrul “seyircinin ilgisini çekebilmek ve onu tiyatroya getirmek” düşüncesiyle semt tiyatrolarını yaşama geçirmiştir. Kadıköy Tiyatrosu (1960), Üsküdar Tiyatrosu (1961), Fatih Tiyatrosu (1961), Rumelihisarı Yazlık Tiyatrosu (1961), Zeytinburnu Tiyatrosu (1965) açılmıştır . Özdemir Nutku 1959–1965 yılları arasında, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun seyircinin ilgisini çekmeyi yeniden başardığı teşhisini yapmıştır .
Ödeneksiz topluluklardaki sayısal artış gerçekten kayda değer boyutlardadır. Gülayşe Erkoç’un doktora tezinde de görüleceği üzere; dünya şehirleriyle kıyaslandığında milyon kişi başına düşen tiyatro oranı örneğin Londra’da 5 iken Ankara’da 8, Paris’te 7 iken İstanbul’da 9’dur . Nitelikle nicelik arasında doğru orantılı bir bağ düşünülemeyeceğinden; bu sayısal artış elbette nitel gelişimle doğru orantılı değerlendirilemez.
1960 sonrasında nicel olarak çok büyük olan artıştan talihsiz nasibini politik eğilimli tiyatrolar almışlardır. Baskılarla karşılaşmakta, saldırılara uğramaktadırlar. Bu devletin bizatihi uyguladığı zor’un dışında onun eli ve yönlendirmeleriyle oluşmuş bir süreç olarak karşımıza çıkar. Anlatılan yılların sonlarına doğru özel tiyatro topluluklarında dağılmalar, tiyatro salonlarında kapanmalar görülür.
Sanat politikası bakımından çeşitli ürünler sunan bu ödeneksiz tiyatrolar konumları gereği farklı farklı sorunlar yaşarlar. Yenilikçi sanat tiyatroları (Kent Oyuncuları, Oraloğlu Tiyatrosu, Gülriz Sururi, Engin Cezzar Topluluğu vb.), Batı tarzı komedi oyunları yapan topluluklar (Dormen Tiyatrosu, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu, vb.), popüler halk tiyatroları (Avni Dilligil Topluluğu, Nejat Uygur Tiyatrosu vb.), yoğunluklu olarak vodvil oynayan topluluklar (Vahi Öz Topluluğu, Orhan Erçin Topluluğu vb.) bulunduğu gibi ilerici-toplumcu tiyatro toplulukları (AST, Dostlar Tiyatrosu vb.), politik tiyatro toplulukları da (Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosu (DAST), Halk Oyuncuları, Devrim için Hareket Tiyatrosu (DİHT), Ankara Birliği Sahnesi (ABT) vb.) dönem topluluklarıdır. Ayrıca kitlesel eylemlerde, geleneksel toplumsal günlerde (15–16 Haziran etkinlikleri, 1 Mayıs etkinlikleri vb.) sokakta tiyatro oyunları sergileyen, gösterilere katılan tiyatro toplulukları da vardır.
Tüm bunların sorunları elbette ki yaşanan süreçle bağlantılı sorunlardır. Ekonomik koşulların tiyatroyu ve seyirciyi zorlaması, politik baskılar, televizyon ve sinemanın gelişimi bu dönemde sorunların temel kaynağını oluşturur!
“1970’e yaklaşırken Türkiye’de yaşanan siyasal, ekonomik ve toplumsal olaylar, tiyatro topluluklarında önemli sorunların birikmesine neden olur. Ödeneksiz tiyatrolar ekonomik açıdan giderek darboğaza sürüklenirler. Hayat pahalılığı seyircinin de gücünü sarsmıştır. Bu da seyirci kaybına yol açar. Toplulukların bazıları ise belirli bir tiyatro kültürü ya da beklentisi olmayan seyirci çekebilmek için gişe oyunlarına yönelirler. 1970’e doğru enflasyonun yükselmesi, topluluk harcamalarındaki artış, salon kirası, devlet desteğinin sağlanamaması, biletlerden eğlence vergisi alınması, televizyonun rekabeti, çarpık kentleşme, ulaşım zorlukları, silahlı sokak çatışmaları, tiyatrolara yapılan saldırılar, sansür uygulamaları dönemin başlıca tiyatro sorunlarını oluşturur.”
İlerici-Toplumcu tiyatro topluluklarında ya da politik tiyatro topluluklarında ideolojik perspektiflerin keskinleşmesi ve politik tartışmaların artışıyla dağılmalar yaşanmaya başlanır.
Bu dağılmaların bir kısmı tiyatroyu bırakmayla sonuçlanmış diğer bir kısmı ise bölünüp farklı tiyatro denemelerine girişilmesini doğurmuştur. Tabi bu ayrışma estetik, bilimsel ve etik faaliyette sorunlara neden olmuş, güçsüzlük ortaya çıkmış ve verilen ürünlerde sorunları doğurmuştur. Herhangi bir örgütün aracı haline bile gelebilen tiyatro, sloganist ve derinliksiz bir hal alma durumunda kalabilmiştir.
Sıkıntıların temelinde ülkedeki siyasi kargaşanın da elbette önemli bir yeri vardır. Tiyatroya gitmek şöyle dursun evinden çıkmaya bile korkulan bir silahlı çatışmalar ortamı, terörize edilmiş toplum süreci yaşanmaktadır. Nedeninde ekonomik veçhenin ağır bastığı bu süreçte seyirci tiyatroyu düşünecek konumdan uzaklaşmıştır.
12 Eylül 1980’e değin gelen bu kaotik ortamdan 12 Mart 1971 darbesinin kısıtlamalı sürecinin tiyatroya da etkisi elbette görülecektir. Demokrasi, özgürlük, eşitlik düşü hiç bitmese de tiyatrolar kapatılacak, oyuncular tutuklanacak ve tiyatroya saldırıldığı süreçler maalesef yaşanacaktır.
Prof. Dr. Metin And’ın olgunluk yılları olarak adlandırdığı dönemde (1960–1970), ortak paydaları bakımından oyunları belirli öbeklere toplamak mümkündür…
Tarihten, mitostan, mitten ya da masal ve efsanelerden yola çıkılan oyunlar bulunmaktadır… Güngör Dilmen Kalyoncu bu yazarlardan biridir. Kral Midas üzerine üçleme oyunları Midas’ın Kulakları, Midas’ın Altınları, Midas’ın Kördüğümü hem dönem özelliklerini seyirciye gösterirken hem de günümüz seyircisine tarihselleştirme yöntemiyle meseller vermektedir. Yine Akadın Yayı, Kurban gibi oyunlarla evrensel insan değerlerini irdelemeye çalışmıştır.
İncelediğimiz yıllardaki yazarlarımız yakın tarihimizle de ilgilenmişlerdir. Orhan Asena’nın Tohum ve Toprak oyunu yobazlara karşı kişiliğinden taviz vermeyen üst düzey yöneticinin yaşamındaki dramatik öyküdür. Dünya tarihindeki özel olaylardan da yola çıkan Orhan Asena, Şili’de askeri darbe sürecini anlatan Şili’de Av oyunuyla dönemin başarılı yazarları arasında yer almıştır. Yine Simavnalı Şeyh Bedreddin de Anadolu’daki ilk önemli toplumsal ayaklanmayı anlatmış ve Şeyh Bedreddin’in 600 yıl önce yaşanmış çatışmasındaki değerlerin önemi üzerinde durmuştur. Nazım Hikmet’in Ferhat ile Şirin oyunu da efsanelerimizden faydalanarak, kişisel aşktan, toplumsal aşka bir yol gösterisine dönüşmüştür.
“Önceki dönemlerde olduğu gibi, bu dönemde de toplum sorunlarını aile kurumu içinde ve aile kurumuna olan etkisiyle irdeleyen pek çok oyun yazılmıştır.”
Selçuk Kaskan’ın Dolap Beygiri oyunu, Nazım Kurşunlu’nun Merdiven, Aziz Nesin’in Toros Canavarı oyunları orta halli insanların yaşamlarındaki sıkıntıları, geçim sıkıntısının hayatlarını nasıl etkilediği anlatılmaktadır.
Aile dramları da diyebileceğimiz bu oyunlarda dar gelirliliğin umudu nasıl körelttiği, yarınlara güvenle bakamamanın sıkıntısı perspektifinde verilir. Turgut Özakman’ın Ocak, Güner Sümer’in Bozuk Düzen oyunları böyledir.
Toplumsal hayattaki değişikliklere ayak uyduramayan aile reisi sorunu Orhan Kemal’in filme de alınan Eskici Dükkânı oyununda gösterilir.
Zengin yoksul tezatlığının çok işlendiği bu dönemde Orhan Kemal’in İspinozlar oyunu ve Başar Sabuncu’nun Şerefiye oyunları önemli örneklerdendir.
Orhan Kemal’in İspinozlar’ında; Yoksul delikanlı, zengin bir aileye içgüveysi girer ama bu dünyayı yadırgar, yabancılık duyar ve ayrılır.
Değer yargıları değişen bir süreçte, kişilerin yabancılaşması konusunda, Başar Sabuncu’nun Şerefiye adlı oyununda da bu , hem kuşaklar, hem de yoksul ve varlıklı toplumsal sınıflar arasında gösterilir. Bir gecekonduda, işçi ailesiyle karşı karşıya getirilen zengin işveren ailesi arasındaki ayrışım oyunda gösterilmektedir.
Kadın sorunlarına eğilen, kadının evdeki ve topumdaki yerinin ve değerinin sorgulandığı oyunlar bu dönemin kadın-erkek eşitliği düşüncesinin etkileri olarak karşımıza çıkmıştır. Kuma alınan kadın, berdel edilen kadın, beslemeye verilen kadın ve yoksul hakir görülen kadın profillerini gösterip eleştirel bakış açısı verilmeye çalışılırken aynı zamanda çağdaş, eşit, özgür kadın özellikleri gösterilip özendirme ve eğitme süreci de yaşatılmaya çalışılmıştır.
“Cengiz Han’ın Bisikleti ise, Batılılaşmanın yanlış anlaşıldığı teması ekseninde, geleneksel aile yapısının modern aileye dönüştüğünü gösteren sevimli bir ‘kadının fendi’ oyunudur. Sacide (…), kadın sorununu toplumun kültürel ve ekonomik yapısı bağlamında ele alan oyundur. Sacide, zaman içinde acılarla, düş kırıklıklarıyla yoğrularak toplumun kadına layık gördüğü yazgıya direnmeyi öğrenecektir. Ademin Kaburga Kemiği ev yaşamında olduğu gibi iş yaşamında da kadına ayrılan yerin ikinci derece olduğunu, kadının bu durumu geleneksel bir özveri koşullanmışlığı içinde kabullendiğini ve kızının aynı yazgıyı paylaşmaması için sürdürdüğünü gösterir. Ülker Köksal, Besleme’de utanç verici bir uygulama olan, küçük kızları evlatlık adı altında boğaz tokluğuna acımasızca çalıştırma geleneğini ve uygulamanın acıtıcı sonuçlarını sergilemiştir. (…)Dinçer Sümer, Eski Fotoğraflar’da “Hüzünleri, güvensizlikleri, tedirgin ve korkulu gözleri, bilinçsiz öfkeleri, savrulmuşluklarıyla sevdim onları. Bir koca ağacın ham, ezik, kurt yemiş, don vurmuş, bereli, kavruk meyveleriydi.” dediği kadınların yaşamına eğilmiştir. Fazıl Hayati Çorbacıoğlu, Erkek Satı’da, Kurtuluş Savaşı’nda yaşamını hiçe sayıp düşmanla savaşmış bir kadının kişiliğinde, değeri bilinmeyen, hakkı yenilen kadınlara dikkatimizi çekmek istemiştir.”
Genel olarak incelediğimiz 1960–80 arası bu yıllarda, her ne kadar 70’lerin başında yazarlıktaki ilerleme azalsa da, oyun yazarlığının atılımı gözler önündedir. Toplumsal katmanlar arasındaki farklılıklar, bu kesimlerin özel sorunlarıyla da ilgilenen yazarlarımız, köy gerçekleri üzerinde de önemle durmuştur.
Şehrin köye tercih edilmesi, “köylü milletin efendisi” perspektifini hızla eritmiş ve yoksul, topraksız, susuz köylünün doğayla ve ağayla yaşadığı sorunlar (kadınların sorunları(kumalık), kör inançlar, kan gütme vb.) ister istemez tiyatro sanatının da sorunları, temaları arasına girmiştir. Cahit Atay’ın Pusuda ve Karaların Memetleri isimli oyunları kan davası, cehalet, topraksız insanın sorunlarına dikkat çekmiştir. Yine Yaşar Kemal’in aynı adlı uzun hikâyesinden oyunlaştırdığı Teneke , Cevat Fehmi Başkut’un Hepimiz Bir Kişi İçin gibi oyunlarda ağalık düzeni, köylü ile ağa arasındaki uzlaşmaz çelişki gündeme getirilmiştir.
Kör inançlar, köylünün inançlarıyla sömürülmesi dönemin yazarlarının üzerinde durduğu önemli bir konudur. Yaşar Kemal’in aynı adlı romanından uyarlanan Yer Demir Gök Bakır oyunu köylünün sıkıntılarına çare olacak yerde, kurtuluşu evliya yaratmakta, dinci bağnazlıkta, kadercilikte bulanların ve bunlara körü körüne bağlananların hikâyesidir. Hidayet Sayın’ın Topuzlu oyununda yağmur duası gibi gerici ritüellerden pay çıkarmak isteyenlere karşı, oyuna ismini veren kahramanının hikâyesi anlatılmaktadır.
Görüldüğü gibi köy sorunları aslında toplumun genel cehalet sorunsalıyla ortak çizgiler taşımaktadır. Kadın-erkek eşitsizliği geleneklerin ve feodalitenin etkisiyle köyde çok daha yoğun yaşanmakta ve bunun sonucunda dramatik durumlar yoğun olarak görülmektedir. Kadınların yaşadığı bu insanlık sorunları ister istemez dramatik yapıya elverişli eserlerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Cahit Atay’ın Ana Hanım Kız Hanım isimli eseri köy kadınlarının yaşadığı problemlere önemli örneklerden biridir. Oyunda birbirleriyle eş zamanlı gelişen iki hikâye vardır. Ana ve kız başlarına gelen olayları sırayla anlatırlar. Farklı süreçlerde gelişen acılar ve sorunlar sınıf olamamış köylülüğün iç çatışmalarıdır.
Filme de çekilen Susuz Yaz, iftiraya uğrayan, suçlanan köy kadınının acılı dramı olarak sanat tarihimizdeki yerini alır. Yine Nalınlar da Necati Cumalı’nın güldürüyle karışık kırsal kesim insanının sıkıntılarını anlatan oyunlarındandır.
1960’lı yılları daha önceki dönemlerden ayıran temel özelliklerden birini politik eğilimlerinin tiyatroda netliğine ve daha sert bir çizgide olmalarına bağlayabiliriz. Sol düşüncenin dünyadaki 60’lı yılların sonlarındaki özgürlük, barış sloganlarının da etkisiyle gelişmesi ve öğrenci-işçi hareketliliği 70’li yıllara damgasını vurmuş ve toplumcu tiyatronun etkinliğini en üst aşamaya getirmiştir.
Kerim Korcan’ın Linç (1970) isimli oyunu, açlık yaşayacak kadar yoksul bir mahpusun, yaşadıklarından sonra kendi kendiyle yalnız kalması, bilinçlenmeye başlaması, önemli olanın akıl ve bilgide olduğunu sezmesi ama diğer tutuklular tarafından yok edilmesini anlatır. Hapishanede geçen bu oyun, toplumun ana sorunlarına ışık tutan bir olguyu seyirciye aktarmaya çalışır.
Bu dönemde yazılan eserlerin çoğunda toplumsal sorunların hemen tümünün bilinç eksikliğinden, kültürel problemlerden ve bireylerin sorumlu davranmayıp üstlerine düşen görevleri yerine getirmemelerinden kaynaklandığı anlatılır.
“Toplum, hakkını sömürücüye karşı koyamadığı, çeşitli baskılara uysallıkla katlandığı için, birey ve özellikle aydın, rahatını bozup yanlışlıklarla savaşmayı göze alamadığı, topluma karşı görevini yapmadığı için suçlanır.”
70’li yılların yazarlarının birçoğu toplum eleştirisinin yanı sıra, dünyanın durumu, uluslararası siyaset ve emperyalist ülkelerin Türkiye üzerindeki tutumları ile de ilgilenirler. Ekonomik ve politik mücadelenin önemi üzerinde dururlar.
Dönemin önemli yazarlarından olan Başar Sabuncu’nun oyunları toplumcu nitelik gösteren eserlerdir.
Başar Sabuncu (1942- ) Şerefiye (1969) isimli oyununda sınıflar arası çatışmayı, Çark (1970) isimli oyununda kuşaklar arasındaki uçurumu ele alır. Yazarın Zemberek isimli oyunu, bir işçinin çürümüş bir toplumda yok olmasını; dürüstlüğüne, doğru sözlülüğüne, insani tavrına rağmen, bozuk düzenin içinde eriyip kaybolmaya müdahale edememenin gerçekçi bir anlatımıdır.
Tiyatro pratiğinin de ışığında, dönemi ve ekonomik ilişkileri başarılı olarak tiyatro edebiyatına taşımıştır Başar Sabuncu.
“Yetmişli yıllardan önce tanınan Başar Sabuncu’nun Mehmet Ali Rıza Beyin Yaşanmamış Hayat Hikâyesi (1972) paraya dayalı bir düzende insansal gelişmelerin tersine işlediği, namuslu ve dürüst olduğu sürece horlanan, ama namussuzluk yapıp zimmetine para geçirmeye başladıktan sonra ailesi ve arkadaşları tarafından pohpohlanan küçük memurun trajik görünümünü getiren başarılı bir sahne yapıtıdır. Yazarın İşgal ya da Talihli Amele (1978/9) adını verdiği oyunu, Brecht’in Puntila ve Uşağı Matti’nin serbest bir uyarlamasıdır. Sabuncu’nun son oyunu ünlü Fransız şarkıcı Edith Piaf’ın yaşam öyküsünü, etkin sahnelerle işlediği Kaldırım Serçesi’dir (1982).”
Dönemin oyunları ve politik tavrıyla öne çıkan yazarlarından biri de Bilgesu Erenus’tur. Bu kadın yazar eşitsizliği cinsiyet üzerinden değerlendirmemiş ve politik kimliği yazarlık serüveniyle özdeşleştirmeye çalışmıştır. Tiyatronun “yaşadığı anı yansıttığını düşündüğünü” özel sohbetlerde belirten yazar, günün meselleri üzerinde durmuştur.
Bilgesu Erenus’un (1943- ) İkili Oyun’unda (1977) kadın-erkek ilişkisi ele alınırken, bireysel sorunların ve eş ilişkilerinin sıkı sıkıya toplumsal koşullara bağlı olduğu gösterilir. Yazar bu oyununda derinlemesine geliştirdiği ilişkileri, aynı zamanda kişilerin dış dünya ile ilişkilerini de hesaba katarak genişlemesine ele alır.
Amerikalı yazar Lillian Hellman’ın yaşamından esinlenerek yazdığı Güneyli Bayan (1983) isimli oyunu, aydınların duruş sorumluluğunu ve onur mücadelesini MacCarth dönemi Amerika’sının karmaşası içinde anlatır. “Etkili sahnelerle gelişen bu oyunda yazarın toplum içindeki yeri ve yükümlülüğü tartışılır.”
“Bilgesu Erenus, ilk oyunu olan El Kapısı (1973) ile yurt dışında çalışan işçilerimizi ele alırken sorunları, kişilerin önüne koyar. El Kapısı, bu açıdan, başka bir kadın yazarın, Ülker Köksal’ın Yollar Tükendi (1973) oyunuyla aynı temayı işler. Ancak yazarların bu temaya yaklaşımları değişiktir: Köksal, yurt dışında işçi gücünün kişilerin yaşamında yarattığı sonuçlara yönelirken, Erenus, iki yıl sonra yazdığı Ortak (1975) adlı oyununda ise insanların ortaklarını seçme konusu irdelenir. Bu oyunda, ekonomik durumu bozuk, gecekondulu bir vatandaşın bir Holding’in çağrısına katılıp ortak olmasıyla, yavaş yavaş her şeyini yitirmesi gösterilir.”
1976 yılında yazdığı Nereye Payidar isimli oyununda tezgâhtarlık yapan emekçi kızın sınıf atlama hayalleri tartışılır ve yapılan hatalara karşı politik bir durum geliştirilmeye çalışır. Oyunun müziği dönemde insanların ağzından düşürülmez. Timur Selçuk ismi bu oyunla seyircilerden tam not almıştır.
Bu dönemde sade işçilerin sorunlarıyla ilgilenen oyunlar da görmekteyiz. Ömer Polat’ın, Hüsamettin Çetinkaya’nın, Haşmet Zeybek’in oyunlarının bir kısmı böyledir. Keza Nihat Asyalı ve Yusuf Dağıstan’ın birlikte yazdıkları Grev ve Ali Taygun’un Fabrikalardan isimli oyunları bunlara örnektir.
Belgesel nitelikte oyunlar daha çok işçilerin sorunları üzerinde durmaktadır. Irak petrol borularının döşenmesi sürecinde işçilerin toplusözleşme için direnişleri, emeğin sömürülmesi, yabancı işçilerin kayırılması konularında Ömer Polat’ın 804 işçi ile Hüsamettin Çetinkaya’nın Hatboyu Şantiye oyunlarını gösterebiliriz. Haşmet Zeybek’in Alpagut Olayı oyunu da maden işçilerinin sonuçsuz direnişlerini anlatarak bilinçli mücadele önerisi getirmektedir. Nihat Asyalı ile Yusuf Dağüstün’ün birlikte yazdıkları Grevde 1973’te otomotiv sanayindeki grev belgelerle ele alınmıştır. Ali Taygun’un Fabrikalardan adlı oyunu da komşu motor fabrikasındaki işçilerin yüreklendirmesiyle greve giden işçilerin yenilgisiyle sona eren olayın öyküsüdür.
12 MART’ın acılı günlerinin anlatıldığı ve özgürlük sorunsalının vurgulandığı oyunlar da dönemin kayda değer eserleri arasında yer aldı. Askeri darbe ve onun getirdikleri çerçevesinde yazılan eserler aydın sorunsalını sorgularken bir yandan sınıflar arası çelişkilerle hesaplaşma gündeme geldi.
12 Mart dönemiyle ve bu dönemin ortamıyla ilgili Adalet Ağaoğlu, Cengiz Gündoğdu, Necati Cumalı gibi yazarlar önemli eserler ürettiler.. Gazeteci Uğur Mumcu’nun anı kitabından sahneye aktarılan Sakıncalı Piyade de yaşanmış deneyimlerle 12 Mart döneminin mahkemeleri, tutukevleri anlatılır. Macit Koper, Sabotaj Oyunu ile bu dönemde Kültür Sarayı, Marmara Vapuru, Sirkeci Araba Vapuru ile ilgili açılan sabotaj davasını prova havasında ele alır.
Kısaca temel konularını birkaç yazar örneğiyle vermeye çalıştığımız 1960 sonrası (1980’e değin) olan bu süreçte elbette bahsedilmeyen ve Türkiye Tiyatrosuna katkısı yadsınmayacak yazarlar da bulunmaktadır.
Erol Toy, Orhan Asena, Adalet Ağaoğlu, Güner Sümer, Turgut Özakman, Sedat Veyin Örnek, Nazım Kurşunlu, Hidayet Sayın, Zeki Özturanç, Nazım Hikmet, Çetin Altan, Oktay Rıfat, Turan Oflazoğlu, Refik Erduran, Haldun Taner, Mehmet Akan, Erdoğan Aytekin, Erhan Bener, Oğuz Atay, Aydın Ant, Ülker Köksal, Cengiz Gündoğdu, Güngör Dilmen bunlardan bazılarıdır.
Sevda Şener 1980’lere girerken dönemin değerlendirmesini Ayşegül Yüksel’in şöyle yaptığını belirler : “1970’ler her şeyden önce, 1960’larda ekilen tohumların verdiği ürünlerin oburca ve düşüncesizce tüketildiği bir dönemdir. 1960’larda yapılan tiyatro iki doğruyu belletmişti tiyatro yazarına, sanatçısına ve seyircisine: 1. Tiyatronun, seslendiği toplumdan, toplumun sorunlarından, arayışlarından, yönelişlerinden soyutlanamayacağını; 2. Tiyatronun, varlığını borçlu olduğu seyircisini ancak sahne üstündeki eylemin tüm gereklerinin yerine getirilmesiyle sürekli kılabileceğini. Tiyatromuz 1960’ların ikinci yarısında, seyirci tarafından en çok desteklendiği, seyircisiyle gerek düşünsel, gerekse sanatsal çizgide sağlıklı bir iletişim kurabildiği verimli bir dönem yaşadı. Bu dönem yeni yazarlar, yeni yönetmenler, yeni oyuncular kazandırdı Türkiye’ye. Umut verici bir başlangıçtı bu.”
1960’lı yıllarda büyük bir atağa kalkan Türk tiyatrosu 1970’lerde bunun meyveleriyle çok yönlü olup güçlense de canlılığını kaybetmeye başlamıştır.Yinede sanatın toplumdan bağımsız olmadığı ve onun değişim-dönüşüm dinamikleriyle endeksli bir çizgi gösterdiği gerçeği netlik kazanmıştır.Seyirci-sanat diyalektiğinin en iyi göstergelerinden biri Türkiye’de bu dönemde yaşanan tiyatro faaliyetidir. Ve bu faaliyette önemli rol oynayan yazarlar bu çalışmanın temelini oluşturmaktadır.
Şimdi bu çalışmaya adını veren oyun yazarlarının yaşamları ve yapıtlarıyla incelenmesine çalışılacaktır.Her yazar bölüm bölüm incelenecektir. Ardından genel bir değerlendirme yapılacak ve “öncelikli davranma hatasına” düşülmemeye çalışılacaktır.
HAMİŞ: Bu bölümden sonra sırasıyla 1960 sonrası toplumcu 4 yazar tek tek incelenmeye çalışılacaktır: İsmet Küntay , Sermet Çağan , Oktay Arayıcı , Vasıf Öngören..
ÖZGÜR BAŞKAYA
ozgurbaskayadenizli@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder